Drop Down MenusCSS Drop Down MenuPure CSS Dropdown Menu




BDK Banu etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
BDK Banu etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

7 Eylül 2014 Pazar

Mary Poppins :)

Mary Poppins demek BDK Banu demek :) İkisini ayrı düşünemiyorum :)
Sahi ben bu kitabı neden bu kadar geç okudum bilmiyorum.
Ama cidden her kitabın bir "zaman"ı oluyor.
Kütüphaneden aldığıma yine gıcık olduğum bir kitap oldu benim için. "Neden yanına notlar alamıyorum" diye hayıflandım.
Harika bir dadı Mary Poppins.

Sadece bir dadı mı söylemesi zor ama Elif'e böyle bir dadının bakmasını isterdim.
Kitaptaki hikayeye göre Elif sahiden de konuşuyor ve ben ona "agucuk bugucuk" diyorum.
Boşa değil zaten ona arada "Annecim biliyorum sen derdini anlatıyorsun ama ben anlamıyorum kuzum" demem :)
İki tane tatlı çocuk- Jane ve Michael- ile ikizlere dadılık yapmaya gelir Mary Poppins ama anneleri henüz dadı için ilan vermemiştir :)
İkizler bu maceraya pek dahil olamasalar da Jane ve Michael'ın yaşadıkları oldukça neşeli.
Bay Peruk ile kahkaha gazına yakalanmalarına o kadar çok güldüm ki... O an orada olmak ve sahiden o gazdan yutmak isterdim.
Sanırım birkaç kitap daha var bu tatlı dadıyla ilgili. Onları da hemen alıp okumak istiyorum.
Filmi de var galiba ama ben izlemedim.
Kitap her zaman tercihim oluyor.
Sahiden Banu, sen niye bu kadar çok sevmiştin Mary Poppins'i :)


Devamını oku »

8 Kasım 2013 Cuma

1 Kitap 1 Mektup'ta Bu Kez Soruları Lokum Sordu, BDK Banu ve Kedimiyo Yanıtladı :)

Bir Dolap Kitap ile nasıl tanıştığımızı ve neden konuşamadığımızı oldukça detaylı bir şekilde yazmıştık. BDK Banu'su geçtiğimiz aylarda Hayykitap'tan çıkan pek sevimli bir kitap doğurdu yani yazdı :)
İçinde kediler, Moli ile Olaf ve bizim için evin 2. kedisi olan Kedimiyo var. Hal böyle olunca Banu'ya soruları bu kez Lokum sormak istedi (çok sıkıştırma dediysek de dinletemedik :) :

Lokum ciddiyetle kitabı inceliyor :)
Sevgili Banu,
Sana kocaman merhaba :) Bizimle ilgili bir kitap yazmışsın, geçen gün okudum. Hatta bu kız ne kadar çok şey biliyormuş diye de düşünmedim değil. Bunu düşünürken bıyıklarım bile titredi :) Böyle bir kitabı yazmak nereden aklına geldi? Yoksa sen, yolda karşılaşınca durup bizi sevmeden geçmeyenlerden misin?
Kitabın kahramanı olan sevimli çocuklar Moli ile Olaf uzun zamandır hayatımdalar. Hatta Bir Dolap Kitap'tan önce bile varlardı. Zaman içinde zihnimin içinde büyüyüp geliştiler. Onların nasıl çocuklar olduklarını, neyi merak edip, nelerle ilgilendiklerini düşünüp duruyordum. Onların merak ettiklerini fasiküller halinde bir araya getireyim dedim. Sonra bir gün Kedimiyo diye bir karakter ortaya çıktı. Moli ve Olaf'ı Kedimiyo ile tanıştırınca ilk kitabın konusu da belli oldu: Kediler. 

Bizimle ilgili bu kadar bilgiye nereden eriştin? İtiraf et, yoksa oturup bizi mi izledin?
Evet, sizi çok izlerim. Çocukluğumdan beri pek çok kedi dostum oldu. Bunların bir kısmıyla aynı evi paylaştım. Sokakta kedilerle karşılaşınca selamlaşmadan geçmem. Siz kedileri seviyorum; sizi gözlemeyi de öyle.

Evde Kedimiyo’dan başka arkadaşım var mı? Yeri gelmişken sorayım, Kedimiyo bize gelip kalabilir mi?
Ne yazık ki sadece kağıt üzerindeki Kedimiyo ile arkadaşım şu sıralar. Evde kedimiz yok. Çünkü benim geçmişte kısmen tedavi edilen kedi alerjim yine hortladı. Eşim Yıldıray'ın durumu daha feci. Bir de bahçeli bir evimiz olmadığı için evde hayvan beslemeyi doğru bulmuyoruz. Onların özgürlüğünü ksıtılıyormuşuz gibi geliyor. Hem kedi yerine artık bir bebeğimiz var. Şimdilik o bütün vaktimi alıyor zaten.

Düştüğümde kaç ayağımın üzerinde olduğunu hiç saymamıştım. Ama kitabını okuyunca öğrendim. Bu kitabının birçok arkadaşıma kendilerini tanımaları için de başvuru kitabı olacağını düşünüyorum. Peki ya siz insanlar, siz düşünce kaç ayağınızın üzerine düşüyorsunuz?
Şansılıysak iki ayağımızın üzerine düşmeyi başarabiliyoruz. Şanslı değilsek ayak, kol, kafa, sırt... Farklı yerlerimizin üstüne düşüp kendimizi sakatlayabiliriz. Biz, sirkte çalışmadığımız sürece, asla siz kediler kadar atletik olamayacağız.

Süt ile ilgili yazdıkların hiç hoşuma gitmedi. Ben de sütü çok seviyorum ama kimse bana –zararlı olabilir diye- süt vermiyor. Neyse ki yoğurdu daha çok seviyorum. Ve ondan arada da olsa yiyebiliyorum. Yoğurdu su ile karıştırmadan yememde bir sakınca var mı? Varsa da kulağıma fısıldasan yeter. Yer yemez üzerine bir güzel su içerim ben :)
Aman Lokumcum süt içme sakın. Biz insanların yavrularına da bol süt içirirler, ama ben bunu da doğru bulmuyorum. Süt, onu üreten hayvanın yavrusu için yararlıdır, başkası için değil. Ama yoğurdu afiyetle yiyebilirsin sanırım. Bu konuyu bir araştırayım.

Kaynak: burada
Kitabında yazmamışsın ama saç kurutma makinesi ve süpürge gibi neresinden ses geldiğini anlamadığım bu aletlere sinir oluyorum. Sahi bunlar olmadan insanlar yaşayamaz mı?
Hi hi hi. Yaşayamazlar. Gerçi yaşayanları var. (Mesela biz.) Ama süpürgeyi az kullandığımız için evimiz pis (!). Saçımızı kurutmadığımız için de zaman zaman sinüzit oluyoruz. Tozlu bir evde yaşamaktansa, birazcık şu gürültüye katlanabilirsin bence.
Bu arada sen kulak tıpası takmayı düşünmez misin? (Hiç düşünür müyüm kıhkıhkıh :)

Benim bıyıklarım çok kaşınıyor. Her türlü bilgisayar kenarında kitap köşesinde ve kapıların çıkıntılarında bıyıklarımı kaşıyorum. Bildiğin başka “bıyık kaşıyıcı” var mı?
Zımpara kağıdını bir dene. Ama daha iyi bir yöntem biliyorum. Sahibinin seni seven elleri.

Bir de ben bazen evde çok sıkılıyorum. Kendimi uzaklara atmak istiyorum. Kitabında gördüm. Ben de “gemi kedisi” olmak istiyorum. Bunun için ne yapmam lazım?
Öncelikle bir liman bulmalısın. Limana gelen gemilerden birini gözüne kestir. Yük gemilerinde işler daha zor olabilir. Ama bir yolcu gemisini seçersen, seni sevecek birilerini mutlaka bulacağına eminim. Kimselere görünmeden gemiye girmeyi başarırsan, gemi limandan ayrılana kadar kuytu bir köşede saklanırsın. Sonra da ver elini uzak diyarlar!

Moli ve Olaf, Kedimiyo ile birlikte merak etmeye devam edecekler mi? Ben de çok meraklıyımdır. Bir sonraki gezinizde limonata içerken ben de size eşlik edebilir miyim :)
Tabii ki edecekler. Onların merakı hiç bitmez. Tıpkı siz kediler gibi her yere burunlarını sokabiliyorlar. Şaka bir yana, Moli ve Olaf'ın soruları devam ediyor. Yakında ağaçlarla ilgili sorularına yanıt arayacaklar. Limonata demişken, kediler ekşi sever mi? (Ekşi miiii??? Sarı limon ekşisinden bahsediyorsan,lütfen o benden uzak olsun :)

Seni çok sevdim ben. Benim sorularıma cevap verdiğin için de teşekkür ederim.
Seni, Yıldıray’ı, Tayga’yı koooocaman yalarım, tatlıca patilerim.
Ben de senin kulaklarının arkasını, göbeğini kaşırım sevgili Lokum. İyi mırlamalar...
                                                                              ***
Valla ne desem bilemedim. Lokum hemen kaynaşmış Banuyla halbuki yabancılara karşı çok mesafelidir (aa aynı ben :) Bu işte Banu'nun ve Kedimiyo'nun parmağı/patisi olabilir elbette :)

"Kediler hep dört ayak üstüne mi düşer" kitabıyla ilgili BDK'nın radyo programını dinlemek veya İyi kitap'ta yer alan yazıyı da okumak isteyebilirsiniz tabii :)

29 Kasım 2013 tarihine kadar "Kedilerle ilgili en çok merak ettiğiniz şey nedir?"  sorusunu yanıtlayarak  bu yazının altına yorum bırakabilirsiniz. Yapacağımız çekilişle 1 kişiye "Kediler hep dört ayak üstüne mi düşer" kitabını ve 1 mektubu göndereceğiz. (Mektubu Lokum yazabilir :)


Lokum'un keşfettiği yerlerden dört ayağı üstüne düşme maceralarını da anlatmak isterdik ama o başka yazının konusu olsun. "Lokum halleri"ni merak ederseniz burayı okuyabilir, birbirinden şahane Moli ile Olaf, Dedikodulu Evler ve Kedimiyo çizimlerini almak isterseniz Banu'nun Bobin Dükkanını ziyaret edebilirsiniz. (Kedimiyoları lütfen bitirmeyin, bize de saklayın :)

HERKESE BOL PATİLİ, MUSMUTLU GÜNLER :)
Devamını oku »

4 Temmuz 2013 Perşembe

KOFİ VEYA BAĞIŞLAMA SANATI :)

"Daha önce, kızdığınız birini bağışladınız mı?
Bağışladığınızı fark edebildiniz mi?
Öfkelendiğiniz/kızdığınız kişinin yüzü gözünüzün önünde canlandığında kalbiniz size ne söyledi?"
        Bu ve benzeri cümleleri düşünüyorum birkaç gündür, sebebi de BDK'deki radyo programı oldu.. Klasik bir pazar günü değildi çünkü evde değildim ama programı dinledim ve koşarak uzaklaştım mekandan, en yakın kitapçı bulabilmek için..
      BDK 1 hafta sonra çekilişle armağan ediyormuş falan hiç bekleyemeyecektim çünkü radyodaki çekilişte de adımı duyamamıştım :)Koşuyordum hani en son kitapçıya doğru, işte neyse aldım kitabı, arkadaşımla buluştuk, kuzenler bir araya geldik oldu  mu akşam :) Hayır madem öyle niye koştum :) Bu kitabı da sevdiğim kitaplarda olduğu gibi uzun uzun okudum,notlar aldım, üzerinde düşündüm, bazı yerleri tekrar okudum, ilk okuduğumda anlamadığımı fark ettim falan :) Neticede sevme duygusunun dışında hatta ondan çok daha fazla şeyler buldum kitapta kendim için..
      Bu kitabın bir de şöyle bir anısı var; (daha önce de söylediğim gibi her kitabın en az 1 hikayesi olmalı :) kimselere okuduğum/notlar aldığım kitabımı vermem; gerekirse hediye ederim dediğim günün ertesi günü bu kitabı kendi ellerimle servis arkadaşıma emanet verdim(!) Hakkında hemen yazı yazmak istiyordum ama o bana kitabı ne kadar geç getirebilirdi ki :) Sadece 2 ay sonra :) ( bahsettiğim arkadaşımın bu yazıyı görme ihtimali yok ama olur da denk gelirse kitabıma iyi baktığı için, kitabı geç getirmesine az kızdığımı buradan söyleyebilirim.)
      Başka okuyanlar ne bulur bilmiyorum ama ben bir süredir kendim için kayıp olan halkanın 1 tanesini bulduğumu hissettim..Daha kaç halka vardır bilmiyorum; denk gelir miyiz onlara ya da ne zaman onu da bilmiyorum ama elimde şu an "bağışlama sanatı" var; onu biliyorum..BDK Banu demiş ki; Küçük Prens'in gergedan olarak döndüğünü söyleyenler bile varmış.. Olabilir..Buna şaşırmam doğrusu.
Kaynak: BDK
       Uzun bir girişten sonra kitabın konusundan da bahsetsem fena olmayacak sanırım.
"Kofi öfkelidir. Yüzüne fazla ışık saçan aya, rüzgara, bulutlara, güneşe ve çevresindeki bütün hayvanlara öfke duyar. Ta ki, bir gün büyükbabası gelip, birlikte denize gitmelerini önerinceye kadar..." 
      Var olan bir şeylerin değişeceğini, şimdiye kadar olan düzenin bozulacağının ama aynı zamanda "tamir edilebileceğinin" ifadesi aslında bu öneri. Can Çocuk tarafından yayınlanan bu kitabı "öğretici, sıcak ve çağdaş bir masal" olarak tanımlamış yayınevi.
      Kahramanımız Kofi'nin hemen her şeye duyduğu öfke ile tanışırız önce. Sebebi kendisidir bu açık. Yalnız, "sebep neden kendisidir" ve "bağışlamak mümkün müdür"?
Yolculuk ve değişim hikayelerini hep sevmişimdir.
Yollar uzadıkça ve yolda yaşananlarla birlikte biz de aynı kalmayız.
Hele ki ulaşmaya çalıştığımız bir "yer" varsa; bu, duruma daha da heyecan katar. Aklıma "Balık" geldi ama onu başka zamana bırakıyorum.
                                                                      ***
     Kofi'nin en yakın arkadaşı (Antros) gün gelir ezeli düşmanı olur ve Kofi onun öfkesini içinde taşımaya, bu öfkeyi daha da büyütmeye karar verdiği sırada karşısına büyük baba Meru çıkar ve ona denize gitmeyi teklif eder.
Bu kitap en yalın haliyle Kofi ve Meru'nun denize doğru aldıkları yolun hikayesidir.
Ama  hikaye bu kadar yalın değildir. İyi ki de değildir; çünkü bizi de bu yolculuğa davet eder.
Bu kitapta o kadar çok şey var ki; aklıma Momo'nun geldiği bütün düşleri yürekten emerek alan "düş höpürdeticileri", hayatının en önemli gününe yani yaşadığı güne hazırlanan bir gergedan ve burnunuzu yakan denizin tuz kokusu...
Kitaptan: 
* "Büyük arzuların zamanı vardır", diye yanıtladı Meru usulca.
* "Düşün, bir sonraki dolunayda öleceksin. Öncesinde mutlaka yapmak istediğin şey nedir?"
*- Doğru yoldan söz ediyoruz, en hızlı gidilebilecek olandan değil.
-Peki, doğru olan hangisi? diye sordu Kofi sinirlenerek.
-Kendi yolun tabii.
-Hah, şimdi anladım. Peki, kendi yolumu nasıl bulacağım acaba?
-O yolda yürüyerek. Önceden yok ki o yol. …
* " Ne kadar yavaş, o kadar yoğun yaşanır" ("Ne kadar yavaş, o kadar hızlı"*)
* "Büyük mücadele, kendinle savaşmayı bırakmak anlamına gelir."
* " Eğer rakibin oradaysa ve gerçekten de sana karşı mücadele ediyorsa öfkenin bir anlamı vardır! Kendini savunabilmek için ona ihtiyaç duyarsın. Ama eğer düşmanın sadece kafanda varsa o zaman öfkeni kendine yöneltmiş olursun..."
* "Artık nefret duymadığında, o zaman kendi kendini bağışlamışsındır." (sanırım en sevdiklerimden biri bu cümle)
* "Bağışlamak, kendi yüreğini incitmekten vazgeçmek demektir. Daha fazlası değil."
"Bir parça geriye hareket edildiğinde, bazen sadece ilerlenir." 
"Öfke senin yüreğini yaralıyor, onunkini değil."
     Bağışlamanın gerçekten bir sanat olduğunu düşünüyorum ben de artık. Size (isteyerek/istemeyerek) kötülük yapmış, sizi üzmüş, zarar vermiş birine "seni affediyorum" diyebilmek ne kadar zor. Hele ki bu kişi kendinizse...
     Çok sevdiğim bir kitapla ilgili yazı yazarken bazen zorlanıyorum bazen saçmalıyorum bazen de "aman eksik bir şey bırakmayayım" telaşına kapılıyorum.
Sanırım unutuyorum; her kitabın en az 1 hikayesi olduğunu.
Çünkü bu benim hikayem.
Eksik bir şeyler yazamam çünkü sizdeki hikayeyi -henüz- bilmiyorum...

Sahi, siz bugün kızdığınız kişiyi - kendiniz olsa bile- affetmeye hazır mısınız?

HERKESE KOFİ VE (VEYA DEĞİL!) BAĞIŞLAMA SANATI İLE TANIŞMA İMKANI DİLERİM :)
* "Bir Kitap Lütfen"in "Kofi" hakkındaki yazısını da okumak isteyebilirsiniz.

Künye:Kofi veya Bağışlama Sanatı
Özgün Adı: Yofi oder die Kunst des Verzeihens
Yazan:Oliver Bantle
Çeviren: Saliha Nazlı Kaya
Yaş grubu: 9+
Can Çocuk, 2000, 112 sayfa
Devamını oku »

19 Haziran 2013 Çarşamba

Denizi Düşleyen Prenses :)

Bir çocuk kitabından bahsetmeyecek olsaydım sanırım başlıktaki "prenses" ben olurdum; denizi düşlediğim için..
Ankara'nın sevmediğim birçok özelliğinin yanında denize en az 4-5 saat uzaklıkta olması da sayılabilir.
O yüzden, sıklıkla ben de denizi düşlerim.
Deniz hasretiyle tutuştuğumdan olsa gerek,1 sene önce okuduğum bu kitap günlerdir yine masamdaydı.
Kaynak: burada
"Dağlardaki şatoda, bir prenses hiç görmemiş olsa da denizi düşlüyordu her gece."
Kitabın adı "denizi düşleyen prenses" olmasına rağmen bir de "dağları düşleyen prenses" var.
Her ikisi de kendilerinde olmayanı düşlüyorlar; biri denizi diğeri dağları.
"Denizi düşleyen prenses" Serena ve "Dağları düşleyen prenses" Federica babalarına karşı çıkarak şatolarından ayrılıp düşlerinin peşinden gitmeye karar verirler ve atlarına atlayıp yola koyulurlar.
Serena, mutluluğu yalnızca denizde bulacağından emindir.
Issız bir çölden geçerken (kalabalık çöl gören var mı acaba :) konuşan kaktüsün yanında karşılaşırlar.
İkisi de gerçekten birbirine çok benzemektedir. Ya da kitaptaki  haliyle:
"Durdular, büyük bir şaşkınlıkla, uzun uzun birbirlerine baktılar: Federica ve Serena birbirlerine çok benziyorlardı, hatta aynı gibiydiler. Yani tam olarak aynı,aynı,aynı değildirler. Ama yine de aynı,aynı, aynıydılar." :)
Kaynak: burada
Düşlerinin peşinden gitmek konusunda yaptıkları ve başlarına neler geldiğini özellikle yazmak istemiyorum; okumak isteyenlere kitabın tadını kaçırmamak için.
Ancak arkadaşları olan alpyıldızı ve denizyıldızınından bahsetmemek olmaz. Her ikisi de Serena ve Federica için oldukça özel ve kıymetli; çünkü onların en yakın arkadaşları. Ancak yolculuk boyunca yanlarında değillerdi. Peki sizce onları özlediler mi?
İşte bu sorunun cevabını konuşan kaktüs-papağan veriyor:
"Mutluluk, sevgili prensesler, ne denizde ne dağlarda ne başka bir yerde... Mutluluk bizi seven ve bizim de onları sevdiğimiz arkadaşlara sahip olmaktır. Sihirli suyun size söylemek istediği bu. KRAA KRAA KUİK KUİK! KREE KREE KUİK KUİK" :)

Mutluluğu bence hepimiz başka başka yerlerde arıyoruz.
Ben de denizlerde arıyormuşum mesela :)
Hani bazen tam da "olmamız gereken yer"deyizdir...
Bunu yaşamadan bilemeyiz,
Ancak "düş"ler olmadan da olmuyor sanki :)

*Can Yayınları tarafından yayımlanan kitabın resimleri ara ara yazıların önüne geçmiş, dersem abartmış olmam sanırım.
* Kitapla ilgili BDK Banu ne düşünmüş, neler yazmış okumak isteyebilirsiniz.
** Künye yazmayı hep unutuyordum; şimdi unutmadan ekleyeyim:
Künye:Denizi Düşleyen Prenses
Özgün Adı: La Principessa Che Sognava Il Mare
Yazan:Stefano Bordiglioni
Resimleyen: Octavia Monaco
Çeviren: Tülin Sadıkoğlu
Yaş grubu: 6+
Can Çocuk, 2012, karton kapak, 45 sayfa
Devamını oku »

15 Nisan 2013 Pazartesi

El Bebek Gül Bebek :)

Çocuğunuzu pamuklara sararak yetiştirmek ister misiniz? :)
Ben istemem. (yani umarım başarabilirim.)
Ama bir de var ki çocukluğunuz biraz böyle geçmişse bu dürtüden siz de kolay kurtulamıyorsunuz.. Okulda arkadaşlarım "anne gibisin" derlerdi. Kötü bir şey miydi kastettikleri bilmiyorum. Yanımda illa ilaç, yemek, içmek vb. şeyler olurdu. Kalem, kağıt,mendil hep vardı :) Şimdi yazınca bana da bir garip geldi ama hangi kadının çantasında yoktur ki bu saydıklarım?
Lafı çokça dolandırmadan, hafta sonu tanıştığım Kırçiçeği Yayınları imzalı "El Bebek Gül Bebek" kitabından bahsetmek istiyorum aslında.
Kaynak: burada :)
Biraz da kızgınım haliyle, ne kadar da geç yayınlamışlar bu kitabı, bizim anne babalarımız da okusa ne iyi olurmuş diye :)
Metin, kardeşlerinden bir hayli küçük, minik, minnacık bir fare.. (kitapta da yazı şekli böyle olunca ben de küçüklüğü böyle göstermek istedim :) Annesinin de el bebek gül bebek göz ağrısı..
Hiçbir şey yapmasına izin verilmiyor; dışarı çıkmak, oynamak, gezmek vs. yazak. Sürekli evde..
Hatta bir müddet sonra annesi onu pamuklara sarıp sarmalıyor, daha güvenli olsun diye..(Nasıl fikir ama :)
Pamuklar aracılığıyla gün geliyor o da "hayat"la tanışıyor ve çeşitli maceralardan sonra eve dönebiliyor. Annesiyle olan diyalogu ise süper;
"Yaşıyorum Anne..." :)
Bizim ailedeki "prenses" ve "prens" durumlarına çok benzettim bu pamukları..
Çocukları koruyacağınızı düşündüğümüz "yardım"ların aslında onların lehine olmayabileceğini çok da güzel anlatıyor..
Bu yazıdan sonra BDK'nın yazısını okuyunca üzüldüm, güldüm, sevindim çünkü Banu ile neredeyse aynı şeyleri yazmışız, komik olmuş :) Neyse ki onun çocukluğu Metin'inki gibi geçmemiş :) BDK'nın El Bebek Gül Bebek ile ilgili yazısını okumak isterseniz :)
Bu ara kütüphanede okuyorum kitapları, okumasam diyorum daha iyi olacak, zira okuduğum sırada gülmeden - sırıtmadan yapamıyorum :)

HERKESE SERBESTÇE ISLANABİLECEĞİ, ÜŞÜYEBİLECEĞİ, GAGALANABİLECEĞİ, KOVALANABİLECEĞİ, KOŞABİLECEĞİ KISACA HAYATI "HAYAT" GİBİ YAŞAYABİLECEĞİ GÜNLER DİLERİM :)
Devamını oku »