Drop Down MenusCSS Drop Down MenuPure CSS Dropdown Menu




Elifli hayat etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Elifli hayat etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

15 Ekim 2015 Perşembe

Annenin Hasta Olma Hakkı

Böyle bir hakkımız var mı acaba?
Pek yok aslında.
Çoook acayip devrilmedikçe çoğu anne hastalığını ayakta geçiriyordur diye tahmin ediyorum.
Evde 3. bir kişi yoksa, baba kişisi ne yapsın, hangisine yetişsin değil mi :)
18 ayda ilk defa ben bu hakkı doya doya yaşadım. Çok şükür öncesinde daha hafif geçiriyordum hastalıkları (soğuk algınlığı vs.) Geçen hafta pazar günü Elifte başlayan burun akıntısı elbette ki bağışıklık sistemi diplerde gezen beni bulmakta zorlanmadı. Salı günü iş yerinde oldukça kötüydüm. Ertesi gün aile hekimine gidince 2 gün rapor verdi. Evdeki iş birikimini düşününce çok sevindim. "Heyoo işleri hallederim" diye. Kağıda yazmadım ama kafamda şahane bir liste yaptım. Öncelikle kahvaltıyla başladım.


Çarşamba günü için niyetim ütüyü bitirmekti ama baktım ki değil ütüyü kolumu bile kaldıramıyorum, içtiğim ilaçların da etkisiyle devrilip uyumuşum. O gün bir de şöyle bir şey oldu. Bana gönderilen mektuplar elime ulaşmayınca apartman görevlisiyle görüştüm, hafiye edasıyla "Ben bir bakınayım etrafa, bulursam getireyim" dedi. Meğer bizim posta görevlisi A bloktaki kutuya atıyormuş. Toplamış geldi, aman ne kadar sevindim. Ve aynı zamanlarda kendime de "anne çorbası" yapmıştım. İkisinin mutluluğu beni motive etti :)


Ama... İkinci gün tüm bunların acısını çıkardım. Önce ütüyle başladım. Evde artık "Elifi ben uyutmayayım ne olur, ütü yapayım" cümleleri duyuluyor :) Ütü madem hayatımızın bir parçası. Ben de kendisini keyfe dönüştürmeye karar verip yanına müzik açıyorum, bir de neşeli bir fincana kahve koyuyorum.
O gün işlerin çoğunu bitirdim ama akşam yeniden kötü oldum tabii. Cuma günü işe gittiğimde pestil gibiydim. Bugün Perşembe yani aradan 1 hafta geçti, ben hala hastayım :( Burnum akıyor ısrarla.
Geriye dönüp bakıyorum, aslında işler her zaman olur(du), ikinci gün dinlense miydim? Hem evet hem hayır. Mutfaktan çoraplar, bizim odadan patatesler çıkıyordu evdeki taşıyıcı Elif sayesinde. Bu açıdan içim açıldı, bir dolu şeyi de attım, kafam ferahladı. Lakin şööyle ayağımı uzatıp kitabıma da gömülsem fena olmazdı :)
Kısacası, bir annenin "hasta olma hakkı" teoride varmış gibi dursa da pratikte aslında böyle bir şey yok-muş.
*Özlem, Pelin ve Gonca'ya bana ısrarla "iş yapma, sakın kalkma, yat dinlen" dedikleri ve ben onları dinlemediğim için sevgilerimi göndereyim :)
Devamını oku »

8 Ekim 2015 Perşembe

Elif 1.5 yaşında :)

Elif ile ilgili en son "11 aylık" yazısı yazmışım, gerisi yok. Ne ayıp bana.
O zamandan beri kuzum büyüdü. Yaşını doldurmadan Avusturya gezisine gittik.
1. yaş kutlamaları ana-baba-bebe şeklinde geçecekti ama buna anane ve babaanne razı gelmeyince onlar da katıldı aramıza. Daha önce dediğim gibi beni "tema" deyince kaşıntı tutuyor. O yüzden bizimkisi "casual" diyebileceğimiz türden bir partiydi. Abim de gelmişti(kuzenim) ve biz oldukça minik bir toplulukla Elif'in mumunu üfledik :)  Bir sürü balonu vardı ve Elif onlarla coştu, mutlu oldu. Elif arıları çok sevdiği için pastasını son dakika kararı ile birine yaptırdık ve cidden hayatımda yediğim en güzel (ve en değişik) yaş pastayı yedim.

Süsleri Eda, aylaaar önceden göndermişti :)
Elif'in 1. yaşının ardından zaman o kadar hızlı aktı ki, 6 ay nasıl geçti sahiden pek bir şey anlamadım. Öncelikle ev değişikliği yaptık. Bebekle beraber taşınmanın ne kadar zor olduğunu görmüş olduk. Haziran sonu gibi yani Elif 14,5 aylıkken kreşe başladı. Onunla beraber hastalıklar, ilk ateşler, ne yapacağını şaşırmalar da geldi :)
Kuzeni Ayça ile tanıştıktan sonra tatilde onu biraz sıkıştırdı ama bence ileride çok iyi arkadaş olacaklar :)
Kreş sürecinde uzun bir süre "Elif bugün kaç kişiyi ısırdı" durumunu yaşadık. Hala "Peri" deyince çocuk kolunu ısırıyor, biz öpüyoruz.
13 Eylül gibi yani tam 17 aylıkken "Anne" demeye başladı. O gün bugündür devamlı "an-ne" diyor, pek şeker.
Elif'in doğduğu günden beri favorisi baba kişisi. Ortamda o varsa başka kimlerin olduğunun pek önemi yok. Babasıyla oynarken beni de sormaz zaten. Hani acıkırsa o vakit :)
Elif, son birkaç haftada dil atağı yaşıyor galiba. Konuştuğumuz her şeyi anladığını fark ediyorduk ama arka arkaya kelimeler kuracağını beklemiyorduk. İşin aslı ben Elif biraz daha geç konuşur diye düşünmüştüm, neden bilmiyorum. Gerçi bunlara konuşmak deniyor mu, o konuda bilgim yok ama Elif "anne al", "üt(süt) bitti", "pişi pişi(kedi) gitti" gibi cümleler kuruyor. Bir de arada bir şeyden korkunca  "kogktum" diyor, çok komik oluyor.
Yürümeye başladığı andan itibaren (13.5 aylık) kesinlikle arabasına oturmuyor. O arabayı neden aldığımızı hala düşünüyorum. Çocukları pusetlerinde gezerken görünce cidden çok imreniyorum. Bizimki her yere saldıran bir pozisyonda olunca birimiz sadece (baba) Elifle oluyor, kalan kişi de (ben) alacakları apar topar alıp çıkıyoruz bulunduğumuz yerden.
Ek gıda konusu çok şükür sandığımdan kolay oldu, bunda belki dişlerin tek tek gelmeyip mısır patlağı gibi patlamasının da etkisi oldu, bilmiyorum. (Devamını da burada yazmıştım)
Geçen gün iş yerinden biri durduk yere "Elif için üzülüyorum" dedi. "Hayırdır" dedim. "Evde televizyonunuz yok" dedi. Yorum bile yapamadım valla,güldüm. Yorum yapacak olsam "üzülmeyin, muhtemelen sizden iyi halde" derdim. Televizyon yok ama kurtarıcı müziği "mini mini" var, bence fazla izliyor ama napalım :/
Ek gıdaya güzel geçtik ama Elif'in yemek yeme alışkanlığı biraz tuhaflaştı.Kreşle beraber çatal ve kaşıksız yemek yemez oldu ki bu benim hiç işime gelmese de bir açıdan da rahat. Döküp saçması şimdiye kadar hiç sorun olmamıştı, şimdi de hiç sorun değil. Sadece sofradaki her şeyin tadına yer döşemesi bakmak istemiş miydi, soran yok :) Neyse ki halımız falan yok. "Normal" standartlarda Elif aslında oldukça az yiyor ama sıklıkla yediği için bunu tolere edebiliyor galiba. (Bu arada ben hala yoğurdu evde yapmıyorum,Pelin'ime sevgilerimi göndereyim :)
Banyosu konusunda da en büyük sıkıntı banyonun bitmiş olabileceğini anlayamıyor olması. "Bitmeyen banyo yapsınlar arkadaş!" mottosu bizim kapıda yazılı mesela :)
Lafı daha ne kadar döndürebilirim bilmiyorum, uykuya gelmemek için. Allah sağlık versin ama bence biz Elif'in doğduğu ilk aylarda -kolik hariç- daha iyi uyuyorduk. Kolik haricinde çünkü tek ağlama sebebi açlık oluyordu. "Şimdi neye ağlıyorsun gülüm balım?" diyorum ve çoğunda onunla beraber ağlıyorum da ama beni sallayıp cevap veren olmuyor. Farklı uyku metodları denedik, olmadı. Şimdi yer yatağında, saç kurutma makinesiyle,bazen ayağımızda bazen de kucağımızda uyuyor. Son haftalarda uykuya geçtiği saat 2.5,3,4,5 gibi şahane rakamlar ki kendileri "a.m."denilen sabahın bir körüne denk geliyor. "Diş, büyüme atağı, gaz, acıkma, kötü rüya,üşüme/terleme, geniz eti şüphesi, alerji" gibi şeylere baktık ama yok sanırım Elif gülmek kadar ağlamayı da seviyor. Sadece uyumuyor olsa sanırım kendimi daha az kötü hissederdim. Lakin bu kadar çığlıklarla ağlayan ve ne yapsak durmayan bir bebeğe dua edip sevgi göstermeye çalışmaktan başka bir şey gelmiyor elimizden. Kaçta yatarsa yatsın sabah uyandığı saat değişmiyor. Sabah da hiçbir şey olmamış gibi uyanıyor. "Gece boyu ağlayan zaten komşunun çocuğu" diyorum ben bazen.
1,5 yaş yazısında biraz serzeniş de oldu ama gerçekler bunlar. Hep diyorum Allah önce sağlık versin. Ama şu uyku(suzluk) işine de bir çözüm olsa... Aslında düşününce uyuması değil de beni doğduğundan beri fazla fazla ağlıyor oluşu üzüyor.
Şu yazıma denk geldim az önce, böyle bir şey yazdığımdan bile haberim yok.Hani google'da denk gelse "aa ne iyi bak biri iyi bir şey yazmış"diyeceğim.
Kim bilir belki de bu yazının ikincisini yazmamın vakti gelmiştir.
Bu arada "iki yaşına gelince geçiyor" denilen hiçbir şeye inanmıyorum. Tüm çocuklar ve gelişimleri öyle farklı ki...Elif şimdiye kadar o kalıpların hiçbirine girmedi.
Biraz zottirik bir kız sanırım bizimki :)
Elifle beraber yürümeyi, koşmayı, parkta dolanmayı, onu serbest bırakmayı, ona "hayır" dememeyi, onunla kitap okumayı, okuduğumuz kitapları canlandırmayı seviyorum.
Doğduğu an'ı hatırlıyorum da gözlerimin ta içine bakmıştı o ıslak haliyle,o an anlamalıydım onun uykuyu hiç sevmeyeceğini değil mi :)
Varlığı en büyük şükür sebebimiz,iyi ki doğmuş ve bizi gıdıklamış minik bal peteğim & sarı papatyam :)



* Ayın 9'unu bekleyemeden yayınlıyorum yazıyı da, unutmayayım diye :)
**Elif kreşte nasıl uyuyor peki sorusuna istinaden cevap veriyorum, hazır mısınız? Öğretmeni Elif'i yatağına koyuyor, kitap okuyor, saçını okşuyor ve Elif çoğunlukla aralıksız olarak uyuyor. Öğretmeni bunu ara ara söylüyor ve ben her seferinde ağlamak istiyorum... :)



Devamını oku »

5 Ekim 2015 Pazartesi

Hafta Sonu

Okurken en çok cuma günlerini severdim. Ne tatlı ne güzel geçerdi o günler, bir su gibi :) İşe başladığımda da en çok cuma günlerini sevdim. İlk çalıştığım yerde çoğunlukla hafta sonları (bir görev yoksa) sadece bana kalıyordu ve ben pazartesi günleri işe gelip "dinlenen" ablaları anlayamıyordum :) İkinci çalıştığım birimde hafta sonları da çalışıyor gibi bir şeydim çünkü işler hiç bitmiyordu :/ Şimdi ise çok şükür ki hafta sonuna sarkan bir işim yok ancak evde ciddi bir mesai var. Elifle beraber evde olduğumuz zamanlardan daha çok yoruluyor değilim aslında. Tabii bu "yorgunluk katsayısı" nasıl ölçülür bilmiyorum. O zaman daha çok yemeğe odaklanmıştım. Şimdi ise ütüye odaklandım. Bu ara çoğu cumartesi karabalık iş ile ilgili bir yerlere gittiği için de evle ilgili işler pazar gününe kalıyor, ben de winzip olarak hepsini yetiştirmeye çabalıyorum. kendime bu hafta sonu için yaptığım "to do list" fazla abartılıymış meğerse, aklımdakilerin 1/3'ü ancak bitti. Gece 10da ben hala ütü yapıyordum ki ben çarşaf, ev kıyafeti vs. gibi şeyleri hiç ütülemem. Ama dün yazlık/kışlık ayrımının, verileceklerin ayrılmasının, eksiklerin bulunmasının ilk adımı atıldı. Elimden gelse odamızdaki 5 kapılı dolabı 3 kapılıya çevirirdim. O kadar rahatladık :) Fark ettim ki yazı 2,5 pantolon (yarım çünkü paçası açıldı ve ben onu terziye götüremedim), 1 etek, 4-5 bluz, 2 ayakkabı ve 1 adet çantayla tamamlamışım. Oh be :) Kış ayı için de benzer bir şeyler ayarladım. Pantolonlarım olmaz zannediyordum ama oldu çoğu. Bluzları da yaz başlangıcında oldukça indirimli fiyattan almıştım birkaç hırka ile. Kalan eksikleri de tamamlarsam kışa gardırop olarak hazırım.
Hafta sonu dinlenemiyor olmamızdaki en temel sebep sanırım "uyku" ve "suzluk" eki :) "Neden"leri ve "nasıl"ları üzerine kafa yormak bile istemiyorum artık. Belki de alıştım(k) yarı uykulu yarı uyurgezer halimize. Pazar günü soğuk algınlığı başladı Elifte, umarım az hasarla geçer gider. Malum geçiş mevsimi, kreş süreci, hastalık çok normal.
Bu kadar koşuntunun arasında Demir Adam ve Demir Kadın kitaplarını bitirdim.Onlarla ilgili yazıya başlamışım ancak elbette ki taslaklarda kalmış. Yazarın dili oldukça farklıydı. Adını koyabilecek kadar edebiyat bilmiyor oluşuma üzüldüm ama nasıl desem... Yazar karşımda konuşuyor olsaydı kafam karışır ve "dur bir dakika, kaçırdım ne dediğini" diyebilirdim. (Ki karışık bir dil değil demek istediğim)
En başa yazmam gerekiyordu ama unutmuşum, cuma günü doğum günümü kutladık. Ay böyle yazınca gülesim geldi ama öyle. 17 Mart olan doğum günümü 2 Ekimde kutladık. Karabalığın 18 Mart doğum gününü de Aralıkta kutlamayı düşünüyoruz çünkü Star Wars o zaman vizyona giriyor. Üç yavrulu kıvırcık kuzenim Tangül'ün bize doğum günü hediyesi; Elifle zaman geçirmekti. Çok anlamlı ve unutulmaz bir hediye olduğunu düşünüyorum. Ben aslında minimoylara gitmek istiyordum ama seans bulamayınca Küçük Prens'e gittik. Belki de önyargılarımdan ötürüdür bilmiyorum ama filmin müzikleri ve filmdeki tatlı kızın haricinde neredeyse hiçbir şeyini sevmedim. Çok "eğreti" geldi bana. Kitabın işlenişini ikinci yarıya kadar sevdim ancak Küçük Prens'in ikinci yarıda (daha doğru bir tabir bulamadım) "eblek" konuşması kulaklarımı tırmaladı :/ Sosyal medyada insanların "çok acayip sevdiklerini" yazdıkları şey neydi acaba? Müziklerdir belki de. Onlar güzeldi :)
"Önceliklerim" arasında olan bir çok şeyi bitirebildiğim, Elif'in çantasının hazır olduğu, bizim haftalık kıyafetlerimizin ütülü olduğu, çamaşırların bittiği ve 2 kap yemek de yapabildiğim bir hafta sonu bence "başarılı" bir hafta sonudur.
Pazartesi geldiğine göre dinlenebilirim; sanırım bu durumu amirime de söylesem iyi olur :)
Kedi dediysem, bizim Lokum :)
Elif kedileri çok seviyor, parkta hep "pişi pişi" peşindeyiz. Hal böyle olunca evinde 2 kedi ve bir köpek bulunan Tangül, Elif'e bakmakta zorlanmadı (sanırım :)

*4 Ekim Hayvanları Koruma&Sevme&Onlarla Bakışma Günü de kutlu olsun.
** Sabah resmen "suzluk" (uyku) eki sayesinde güllere kafa attım yürürken. Saçlarımdan dikenler çıktı. E napalım, gülü seven dikenine katlanır değil mi :)



Devamını oku »

18 Eylül 2015 Cuma

Elif'in Kreş Günlüğü-4

Elif'in kreş günlüğünde nerede kalmıştık diye şöyle bir baktım da... Zaman ne kadar hızlı geçiyor, hala inanamıyorum. "Aa bunları mı yaşamışız" diye okudum desem, inanır mısınız?
Tamam belki bunda balık olmamın da etkisi vardır ama :)
Yaklaşık 10 gün sonra Elif'i kreşe vereli 3 ay olacak ve hala yeni duyanlar da olduğu için "17 aylık bebeği kreşe mi verdin, hiii" tepkileri alıyorum. Ben de yüzsüzüm ya "yok, 17 aylıkken vermedim, 14.5 aylıkken vermiştim. Yani daha da kötüyüm" deyip sırıtıyorum :) İşte tam da bu sırıtabilme kapasitemi de azar azar kullanıyorum ki tükenmesin,tükenirse depom boşalır.
Kreşe başladığından beri Elif sanki daha hızlı büyüyor ya da ben gün içerisinde onu göremediğim için böyle algılıyorum. Konuşma becerisi arttı. Mesela "anne" demeye başladı :) İş yerinde sanırım herkese bunu söyledim. "Anne diyor Elif" diye. Sebebi çok açık, neredeyse doğduğundan beri ısrarla "baba" diyen çocuğun 17 ay sonunda bir zahmet beni "mama" ve "meme" kıvamından çıkartıp "annelik" statüsüne eklemiş olması. Heyooo. Bunun neden bu kadar önemli olduğunu da şöyle anlatayım. Anneme uzun yıllar çoğunlukla ismiyle hitap edip "gönülcüğüm" dedim. O da başlarda bir şey dememiş olsa da otoriter kişiliği daha fazla dayanamayıp onu gıdıkladı ve "bana siz anne demeyecekseniz kim diyecek" demeye başladı. Bunun ne kadar önemli olduğunu Elif "anne" demeye başladığında anladım. "Anne oldum yahu" dedim, birkaç gün önce :)
Elif için 1. yaş yazısı hazırlayamamıştım, o yüzden 18 aylık (1,5 yaş) yazısı var aklımda, orada söylediği kelimeleri toparlayacağım ki hatıra kalsın :)
Elif normalde yemediği şeyleri kreşten sonra yemeye de başladı. Misal domates. Şu ara evde mis gibi Ayaş domateslerini çatalına koyup yiyen, domateslerin suyunu "hüüüppp" diye çeken bir bıdık var.
Çatal demişken, Elif'e ısrarla "elinle yiyebilirsin" dememe rağmen (kötüyüm) Elif ısrarla her şeyi çatal kaşıkla yemeye çalışıyor. Hatta bıçakla ekmeğine susamlı karışımdan sürüyor (Uşak usulü bir şey)
Buraya yazmaya fırsatım olmadı ama kreşteki en büyük gelişme Elif'in tüm sınıf arkadaşlarına saat yapma arzusu oldu. Hatta bir anane "yiyip bitircek benim torunumu kızınız" diye bizi azarladı ki öncesinde ben kendim gidip özür dilemiştim. Ailevi sorunları varmış o yüzden anane hassasmış, öğrendik, çocuklar kreşten ayrıldı, Amerikaya gittiler bile. Halbuki Elif onları çok seviyordu. Belki fazla(!) seviyordu, bilmiyorum. Bu gelişmenin ertesi günü bir çocuk Elif'i itmiş, o da yere düşmüş ve alnının üstü morarmış. Elif'i almaya gittiğimizde kaşının üzerini görüp "hiiii, kahramanlık madalyası almışsın, yaşasııın" diye sevindiğimizi görünce öğretmeni "emin misiniz" dedi. Kendini çok kötü hissetmiş belli ki ama biz çok sevindik. Ben kendi adıma hayatı öğrenmeye başladığı için sevindim. (ısırılabilir, düşebilir, yaralanabilir) Babası da "çocuk oyun oynuyor, olacak tabii bunlar" diye sevindi. Zaten bir sonraki gün içeriden iki çocuk da kollarında pansuman ile çıktılar. Bilin bakalım kim ısırmış onları? Ailelerden yine özür diledik, çoğu neyse ki anlayışlı ve gülüyor. Ancak bazılarının tepkilerini ben anlayamıyorum.
Bu dönem de böyle galiba, biraz ısırmalı bir dönemden geçiyoruz.
Kreşe giderken ve kreş dönüşleri yani arabada geçirdiğimiz vakitler pek neşeli oluyor. Elif şarkı söylenmesini çok seviyor, ancak konuşamadığı için hangi şarkıyı istediğini anlamam vakit alabiliyor :)
İnşallah böyle devam eder, 3 aylık kreş sürecinde doğru bir öğretmen ve kreş seçiminde bulunduğumuzu düşünüyoruz. Ay grubu olarak Elif hala tek başına öğretmeniyle ama aktiviteler, yemek vs. hep ondan 6-8 ay büyük olan bebeklerle oluyor. Toplu çekilen fotoğraflarda Elif onların yanında ufacık kalıyor.
Bazı günler "iyi oldu bu kreş işi" diyorum, bazı günler "kızımı niye bırakıyorum ki" diyorum.
Hayat böyle geçiyor, Elif büyüyor, hepsi için çok şükür...


Devamını oku »

26 Ağustos 2015 Çarşamba

Anne(anne) Olmak :)

Annem geçen sene bizi yazlığa beklerken bizim arayıp gelemeyeceğimizi söylediğimizde ne kadar bozulduğunu ama ardından sebebini söylediğimizde de ne kadar havalara uçtuğunu daha önce söylemiştim.
Annemin ilk torunu oldu Elif.
O kadar çok eşya, kıyafet vs aldı ki annem "anneee yeteer" demek zorunda kaldık :)
Tüm öğretmen arkadaşlarının torunları vardı ve toplantıda herkes torununun fotoğrafını gösterip ondan bahsediyordu. Anneminse boynu bükük kalıyordu ne yapalım.
Derken Elif doğdu.
Annem elinde olsa 40 gün 40 gece şenlik ateşiyle falan kutlama yapardı bence :)
Bir de duygularını çok fazla ifade etmeyen bir insan olduğu (başak burcu) düşünülecek olursa torun sahiden bambaşka bir şeymiş, onu anladık.
"Kuzumun kuzusuuuu" diye seviyor annem Elif'i. İyi de annemin beni hiç "kuzum" diye sevdiğini hatırlamıyorum :) Yani sevdiğini hep bilirim ama... Neyse kıskanmayalım :)
Geçenlerde sordum: "Torun sevgisi nasıl bir şey?" dedim, ki bir süredir görmüyor Elif'i.
"Kuş olup uçmak ve Elif'in yanına konmak istiyorum" dedi. :)
Daha önce annemin kuş olmak istediğini de duymamıştım. Neyse yok canım ben hiç kıskanmıyorum bu lafları :)
Sonra ben kendimi düşündüm.
"Anne olmak nasıl bir şey acaba" diye. Hatta bunu yolda yürüyüş yaparken Elifle tartıştık, ben ne desem Elif güldü ama bence anne olmak: "Bolca mutluluk, bir garip hem huzur hem de huzursuzluk(ya ona bir şey olursa endişesi), dolu dolu geçen günler,yorgunluk, uykusuzluk gibi birçok şeyi barındırıyor. Terazinin dengesi hiç aynı kalmıyor.
Geçen gün annemle teyzem geldi ve ben annemin asansörden çıkıp Elif'in yanına koşuşunu videoya aldım. Hani bir insanı uzuuun zamandır tanıyorsanız o kişiyle ilgili "her şeyi" bildiğinizi düşünürsünüz ya tüm mimikleri vs. İşte o yalanmış, olsa olsa "hemen hemen her şeyi"ni bilebilirmişiz. Annemin Elif'e koştuğu an'lardaki yüz ifadesi kesinlikle benim kayıtlarımdan çıkmadı çünkü... Yok öyle bir heyecan, sevgi yumağı yüz ifadesi.
Bugünlerde de "balım sultan" diye seviyor :)
                                                                        ***
Son aldığım karar neticesinde blogumdaki taslakları temizliyorum. Ya siliyorum yazdıklarımı ya da üzerine ekleme yapıp yazımı tamamlıyorum. Ve ben bu yazıya tam 24 Kasımda başlamışım :) Yani yukarıdaki yazıda yer alan "geçen yaz" ifadesi aslında 2 sene önceyi kastediyor. Ara ara eklemeler yaparım diyordum ama olmadı. "Anneanne olmak" da aklıma hep annemin bizi ziyaret ettiği zamanlarda geliyor.
Annem 20 Şubatta ikinci kez annneanne oldu ve o gün bugündür iki torun arasında mekik dokuyor diyebilirim. Bize geldiğinde "Ayçaa, ayçaa" diyor, Adanada da "Elifi çok özledim" deyip duruyormuş. Ayça ve Elifin arası 1 yaş bile yok, 10.5 ay :) Annem ne yapsın değil mi?
Elif ilk torun olduğu ve şu ara hareketleriyle kendini daha da çok sevdirebildiği için önde gidiyor ama tatlı balık Ayça bu arayı hemen kapatır bence. Ben de yeğenimi çok özlüyorum yeri gelmişken yazayım dedim.
Bu yazıya başlarken de aklımda olan en net şey, annemde gördüğüm değişimi yazmaktı. Ben tanıdığım "anne" figürünün sınırlarının ne kadar genişleyebildiğini annem ile görmüş oldum. Çünkü kendisi öğretmen emeklisidir(maşallah 41 yıl  çalışmış), disiplinlidir, kuralcıdır.
Geçtiğimiz haftalarda Elifin ateşi 39.5 olduğunda annemi aramak istemesem de tabii ki konuştuk ve öğrendi durumu. "Hemen atlayıp gelebilirim" dedi :) Bu konuda değişen bir şey yok  aslında. Ben de ne zaman hasta olsam bana da aynı şeyi söyler. "Yok gelme" dedik ama biliyorum aklı bizde kaldı, devamlı aradı Elifi sordu.
Daha önceki görüşmelerinde de Elif anneme hep sıcak davranırdı ama bu son gelişinde durup durup anneme ve teyzeme sarılmaya başladı. Hele ki annem...
Annem acaba ne zaman disiplin gösterecek acaba Elife diyordum ki, o da bu gelişine kısmetmiş :) Son aylarda Elif cidden birçok şeyi ağlayarak elde etmeye ya da istediği olmayınca kendini yere atıp ağlamaya başladı. Karabalık bu konuda bence daha tutarsız ama ben -anasının kızı- kendimi daha katı buluyorum. "heyt, höyt" demiyorum çoğu zaman (sabrım taşmadıysa) sadece yokmuş gibi davranıyorum. özellikle de yemek yerken. Normal bir şekilde yemeğimi yemeye devam etmeye çalışıyorum. Aksi halde çok zorlanıyorum. Annem ve teyzem de bu durumu çoktan fark ettiler ve sonunda -işte o beklediğim hamle :P - annem disiplin uygulamalarına başladı. Yaşasın! İşte özlediğimiz anne :) Şaka bir yana annem konusunda şanslı olduğumu düşünüyorum. Torunlarını sever ama gereksiz bir şımartma vs asla yapmaz. (bence istese de yapamaz :) Bir de bizim uygulamalarımıza pek ters düşmemeye çalışır. "Bırak ağlasın" dediğimde gidip kucağına almaz. (bence bu iyi bir şey) Bu hafta ise annemin Elif'e "ağlayarak değil ama..." diye başlayan cümleler kurduğunu duydum. Evet duydum bu cümleleri.
Konuyu yine dağıttım ben değil mi? Annemden bahsedecekken Elife kaydım. İş yerinde de böyleyim. Biri bir şey söylüyor, ben konuyu Elife getiriyorum farkında olmadan. Sanırım özlüyorum çok.
Ben annemin annesi olsaydım nasıl olurdu, geçen gün bunu düşündüm. Anneannem de Allah rahmet eylesin, ben tanıyamadım, çok disiplinli biriymiş. Annemler babalarından hiç korkmazlarmış ama annelerinden çok çekinirlermiş. Bu düşünce de şundan dolayı geldi aklıma: Çocukta var olan öze anne-babanın ne kadar etkisi oluyor diye. Çünkü ben anneme hep "beni yurttan aldınız değil mi?" derdim. O da "doğum yaptığımı bilmesem, buna ben de inananırdım" derdi. Ki hala da öyle. Yani biz ana-kız olarak çok acayip farklıyız. Elife baktığımda da bunu görüyorum. Benden çok farklı bir çocuk. İnsan elbette bir kopyası olsun istemiyor ama Elifin baskın mizacında zaman zaman zorlandığımı itiraf ediyorum.
Sonra da şunu düşündüm: "ben anneanne olsam..." Buradan bakınca bunu hayal etmek biraz zor ancak Allah kısmet ederse onu da yaşarım umarım. Çok merak ediyorum insanı evladından ayrı olarak toruna karşı bambaşka yapan nedir diye.
Anne olmak birebir sorumluluk ve uykusuzluğu da beraberinde getiriyor ancak anneanne olunca sorumluluk yerini sevme-okşamaya mı bırakıyor, o yüzden mi sabrı daha çok acaba?
 Annemin kızı olmak da güzel ama annemin torunu olmayı da isterdim açıkçası. Bu yazının devamı da gelir gibi :)
Bir de anneme sorayım bakalım, kimin çocuğu kimin torunu olmak istermiş. Zira bir başak burcu olarak benim balık dağınıklıklarım ve unutkanlıklarımdan çok çekti :)
                                                                             ***
Vay be ne yazıymış, bu da üçüncü eklemesi :) Bir üstteki paragraf da 2-3 hafta önce yazılmıştı, yayınlayamamıştım nedense. Tatil dönüşü son halini vermek gerekmiş demek ki :)
Özeti de aşağıdaki fotoğrafta saklı, anane kucağı ananenin elini tutmak hep çok kıymetli :)

Devamını oku »

24 Ağustos 2015 Pazartesi

Mini Tatil- Erdemli :)

Başlıkta "mini" yazmış olmam sizi yanıltmasın, kooocaman bir haftalık bir tatildi bizimkisi hem de Elif ile baş başa. Karabalık iş ve izin işlerini ayarlayamayınca, biz de atladık uçağa gittik anane yanına yazlığa, Mersin-Erdemli'ye.
Babası yokken ne yaparım, çok yorulur muyum diyordum ama sağ olsun annem gece nöbetlerinde çok yardımcı oldu. "Tatil" dediysem ben tabii ki dinlenemedim ama ailecek bol bol vakit geçirmiş olduk, deniz havası aldık, bunlar da yeterli.
Annem, teyzem, Eda, ben, Elif ve tatlışko yeğenim bir balık Ayça ile güzel bir hafta geçirdik. Ara ara kuzenler de eklenince tatilimiz çok neşeli oldu.
Tatilden minik notlar da yazayım, inşallah sonraki tatillerimizde dönüp okur faydalanırım bu yazıdan.
- Ana-kız olarak bir orta boy bavula sığdık. Aslında küçüğe de sığardık ama oradan neler alırım bilemediğim için tam dolu olmasa da orta boy valizle gittik geldik.
- Uçakta Elif kesinlikle uyumadı hatta içi bile geçmedi :)
- Giderken daha rahattık, rötarsız olarak gündüz vakti kitap okuyup bir şeyler kemirerek 1 saati tamamladık. Dönüş yolculuğumuz apayrı bir yazı konusu bile olurdu ama lafı uzatmış, olayı abartmış olmayayım, 2 saat son dakika rötarıyla gecenin bir vakti eve geldik ve Elif uçakta yine uyumadı :) Adana havalimanı oldukça küçük, birkaç uçak birden rötar yapınca oturup bekleyecek yeri zor buldum. Elif sağa sola doğal olarak koşturmak istiyorken neyse ki yanımıza çocuklu birileri oturdu. Sol tarafımızda 3 yaşında bir erkek çocuğu, sağ tarafımızda 5 yaşında bir kız çocuğu, karşımızda -pek konuşmasa da- 3 yaşında bir kız çocuğu ile 2 saati tamamladık. Oh çok şükür. İlk başta gecikmenin ne kadar olacağı da söylenmedi. 1 saatin sonunda açıklama yaptılar. Duruma hiç şaşırmadım, işin aslı kızmadım da sadece biraz yoruldum. Yanımızdaki 1minik paket balık krakerin bu kadar bereketli olup 4 çocuğa yetebileceğini öğrenmiş oldum mesela. (her biri yaşı kadar kraker istiyordu da :P ) Uçaktaki gecikmeyi görüp üzülmüştüm ama sonra şunu düşündüm: 1. her şerde vardır bir hayır, 2. geç olsun güç olmasın (atasözlerimiz boşa söylenmemiştir herhalde), 3. durumdan keyif almaya bak. Eve geldiğimizde 01.30du, yattığımda saat 02.30du, bayılmışım tabii ki.
- Elif, minik kuşum Ayça'yı (6 aylık) bayağı kıskandı. Benim kucağımdayken Ayça, Elif hırçın davrandı. İkisini kucağıma alıp sevdiğimde Ayça'yı itti. Bir de Ayça ne yerse -püre vs- Elif de istedi, verdik :) Severken de illa ki gözüne parmağını soktu. Ama bence ilerde süper kanka olurlar, neticede aralarında 1 yaş bile yok.
-Elif için birkaç farklı mayo almıştım. Koruyuculu olan mayosunu giydirdim daha çok, güneş kremi de çok fazla  sürmedim. Bizim sahil pek kumluk olmadığından kovasıyla pek oynayamadı ama yine de denizi çok sevdi.

- Kedi, köpek ve kuşun bol olduğu bir yerdi, her birine ayrı çığlıklarla tezahürat yaptı Elif de.
- Tantuni, kebap ve sıkma yedim; yaşasın. Şimdi yazarken fark ettim ki bici biciyi unutmuşum. Anneme söylesem dert olur, paketleyip göndermeye kalkar :)

Adana Kebap, pilavsız olur :)

Domates ezmesi nasıl desem? Bir harikaydı mmmm :)

Sıkmalar :)
- Birtakım projelerim için taş topladım. Boyamak için değil. Daha geçen seneki taşlarım duruyor öylece. Bu senekiler minik çakıl taşlarıydı. Sebebi bu yazıda saklı. Yapabilirsem onu da yazarım buraya.
- "Elif ve uyku" konu başlığını burada açmayayım ama kısaca Elifin pek az ve zorlukla uyuduğunu, sıklıkla uyandığını, benim genelde sersem dolaştığımı yazmadan da geçemem. Yok yapamam bunu :)
- Denizi çoooook ama çooooook özlemişim. Şu herkesin kafasının bir köşesindeki emeklilik hayali olan "sahil kasabası" fikrini neden önce yap(a)madığını sorgulamaya başladım. Aklıma "Balık Tutma Dersleri" kitabı geldi. Hani şu bildik hikaye, sandalında balık tutarken mutlu bir amca var, yanına bir iş adamı geliyor ve ona bol para kazanmanın yollarını anlatıyor. En sonunda balıkçı "peki sonra ne yapacağım" dediğinde "kendine minik bir sandal alıp keyifle balık tutarsın" diyor ve balıkçı da "e zaten ben onu şimdi yapıyorum" diyor ya... Bizimkisi cidden o hesap. Sandalda balık tut,mutlu yaşa ne oluyor sanki büyük şehirde trafik strestinde cebelleşiyorken, bilmiyorum ki...
Bu yazıyı yazmaya sabah başlamıştım, fırsat buldukça yazdım ve fark ettim ki bugün en az 5 kişiye "Sana Elif'in tatil fotoğraflarını göstermiş miydim?" diyerek kızımla çaktırmadan hasret giderdim :)
Bir de bu tatilde dikkatimi çeken şeylerden biri de benim "temizlik" anlayışım ile "genel" ahalinin temizlik anlayışının pek uymaması oldu. Havaalanında Elif yere oturdu, yeri elledi, milletin oturduğu yerlere tırmandı, sandalye başlarını yaladı ve sonra aynı elleriyle balık kraker yedi. Bu beni 1 gram rahatsız etmedi. Çevredeki anneler müdahale etmeye kalkınca ben onlara müdahale ettim, "bırakınız yapsınlar" diyerek. Çocuğu yeri ellediği her seferden sonra çocuğunun ellerini ıslak mendille silen anne gördüm. Eleştirmiyorum, demek ki yüreği var. Bir de olmazsa olmaz "ayyy daha çok küçük, kreşe mi gidiyor, kış için Allah güç versin çok hasta oluyor"cular vardı. Bu türü her alanda yetişebilen bir sebzeye benzetmek istesem sanırım bu, maydanoz olurdu :)
Bu tatil de böyle geçti, güzeldi, hoştu, eğlenceliydi, Ayçalıydı, anneliydi, denizliydi...
Çok şükür :)
Devamını oku »

14 Ağustos 2015 Cuma

Wave - BDK :)

Deniz karşımda olsaydı, ona doğru koşar ve ne yapacağını hiç düşünmeden ona sarılırdım. Bir müddet de öyle kalırdım.
Ankara'yı hala sevmiyor olmamda (13 yıldır) deniz eksikliğinin etkisi çok büyük. Oldukça çorak bir arazi ve yüzleri gülmeyen mesafeli insanlar da bu sevgisizliğimi arttırdı sanırım.
Yazın gelmesi demek benim için işin aslı denizi görmekten başka bir şey ifade etmiyor.
Yıllardır yapabildiğim tatiller sadece 5'er günlük olduğu için "yaşasın yaz geldi, tatile gidelim" havasında değilim. Hatta bugün iyice fark ettim ki ben "yaz insanı" değilim :)
Hayalimde güzel bir sonbahar havası var; dışarıda ince bir hırkalık serin hava, yürüyüş yapıp yine hülyalara dalmışım sonra da eve gelip bu hülyaları çalışma masama dökmüşüm. İçinde biraz sonbahar yaprakları biraz da yapmak istediklerim, baharat niyetine de yürüyüşte keşfettiklerim var.
Sonbahar bende çalışma ve üretme duygusu uyandırıyor. Yazın uzun ama verimsiz geçen günlerinin aksine sonbaharda bir huzur var sanki.
Bu yazının konusu sonbahar sevgim değil elbette, sonunda ve inşallah denize kavuşacak olmamız. 1 haftalık Mersin anane yazlığında konaklayıp, minik yeğenim Ayça balığını çokça mıncırıp denizi izlemek istiyorum. Denize ilişkin hayalimde "yüzmek" de yok. (tamam bir ara girerim de elbette) Ama önce denizle bir hasret gidereyim bakalım, 1 yılda neler yapmış, ben yokken neler neler olmuş oralarda :)
BDK'da Wave hakkında bir şeyler yazmıştım, okumak isteyen olursa buradan bakabilir. (Wave hakkında meğer önceden blogda da yazmışım :)
İçinde "deniz" geçen, benim şimdiye kadar okuduğum en güzel kitaptır kendisi. Denize olan özlemimi bu kitapla gideriyorum bile diyebilirim. İçinde yazı yok, ki böyle bir şeye gerek de yok. Çizen kişi Suzy Lee olunca (evet bir ara Suzy Lee'nin hayal dünyasıyla ilgili beyin kıvrımlarına dalma planı da yapmalıyım :)

Bizim yazlık hikayesini de inşallah dönüşte uzun uzun yazayım.
Geçen seneki hikayemiz de buradaymış, az önce okudum yeniden, son cümlede yer alan sözümüzü tutamamışız ama bu sene umarım ki bu sözü tutacağım(z), öyle değil mi kara balık :)

Devamını oku »

12 Ağustos 2015 Çarşamba

Elif'in Kreş Günlüğü -3

Son yazıdan beri değişen şeyler oldu tabii ki.
"Ben kızımı geri istiyorum"dan sonraki gün kreşte kaldım ve uzaktan Elifi gözlemledim. Maşallah gayet de mutluydu. İçime su serpildi, keyfim yerine geldi.
Ertesi haftanın başında Elifin 2 yaşındaki iki çocuğu ısırdığını öğrendik. Bu da olabilir... Yarın Elif de ısırılabilir neticede.
Öğretmeni Elifin cesaretine hayran kaldığını kaydırak, salıncak, oyun alanı gibi şeylerde arkasına bakmadan her şeyi kendi yapmaya çalıştığını söyledi. O da güzel.
Kreşten beri normalde hiç yemediği muz ve domatesi yemeye, süt içmeye başladı. Şaşırdık. Öğretmeni "daha çok şaşıracaksınız" dedi :)
Ve geçen hafta hafif burun akıntısıyla başlayan ve yaklaşık 4 gün yoğun olarak ateşli geçen günlerden sonra anladım ki 16 aylık bir bebeği evde tek başına eylemek gittikçe zorlaşmış. Belki hasta olmasının da etkisiyle birkaç gün bir hayli zor geçti. Bu süreçte "ee çocuk büyütmek kolay değil" laflarını duyduk. Gülümsedim sadece ama inanın insan sadece "seni anlıyorum" cümlesini duymak istiyor o kadar. Geçici olduğunu ve durumumuza şükretmemiz gerektiğini biliyoruz zaten. Sadece o an, yani tam olarak "o an"larda, insan kendini yorgun, halsiz, uykusuz(belki çaresiz) hissettiğinde "seni anlıyorum", "çok yakında geçecek bu günler" cümlesi duymak kadar iç ferahlatıcı bir şey olamaz.
Elif son 1 aydır ciddi şekilde ağlama krizi, inatlaşma hareketleri gösteriyor. Kreşteki psikolog bunun gelişiminin bir parçası olduğunu söylüyor. Gerçekten bir sebep varsa önemseyin ama yoksa olayı sıradanlaştırın, dikkatini dağıtın diyor.
Kreş maşallah şimdilik iyi gidiyor. Doktoru, hemşiresi, psikologu ve öğretmeni bize güven veriyor, Elif de mutlulukla gidiyor kreşe.
İnşallah böyle devam eder.
Elifle daha az vakit geçirdiğim için üzüldüğüm zamanlarda aklıma "evde olsak, daha çok vakit geçirsek ama ben ona bu kadar sabırlı davranamasam" gibi zıt bir düşünce getiriyorum. Vicdan azabım oldukça hafifliyor.
Beni/bizi çok özlediğini görebiliyorum. Hatta dün iş yerinden biri "kreşe gitmesinin ve sizinle vakit geçirememesinin hüznünü ömür boyu yaşayacak" deyip kalbimin ortasına derin bir çizgi çekip yutkunmama sebep olsa da yaşadığımız olayın iyi taraflarına odaklanmaya ve bu durumdan keyif almaya çabalıyorum.
Kolay olmuyor ama deniyorum...

Bu şekil bir ağaç mı yoksa bir geyik mi :)



Devamını oku »

30 Temmuz 2015 Perşembe

Elif'in Kreş Günlüğü-2


Elif kreşte 7. haftasını bitiriyor yanlış hesaplamadıysam tabii ben :)
İlk yazıdan sonra neler değişti?
Ben kendi içimde bir takım aydınlanmalar yaşadım. Aslında ilk yazıda da bunu belirtmiştim. Yani hayalimdeki şey şuydu: ben işe dönmüyorum, evimizi yine de taşıyoruz daha merkezde bir yere, Elif haftada birkaç gün 2-3 saatlik oyun grubuna katılıyor, ben işe dönmüyorum. "İş" kısmını iki kere yazmış olmam da tesadüf değil bence. Sizce?
İlk 4-5 hafta boyunca itiraf etmem gerekirse çok rahatlamış hissettim. Çünkü fazla fazla bir aradaydık, molamız yoktu ve ikimiz için de değişik bir ortam iyi olacaktı. Oldu. Ama bu süre bitti. Şimdi ben kızımı geri istiyorum.
Elifin kreşte keyifli vakit geçirdiğini henüz konuşamasa da hareketlerinden anlayabiliyoruz. Araba park ederken bile kreşi görüp kollarını kaldırıyor "yaşasıın" şeklinde :)
Kreşe gidene kadar da bir şey yedirmiyoruz ki orada kahvaltısını daha güzel yapsın diye. Arabada şarkı, türkü, oyalama, dikkat dağıtma gibi şeylere zaten alışkınım.
Yalnız akşamları ben biraz kötü oluyorum. Bu ara özellikle Elifi almamız 6'yı geçe oluyor. Öğretmeni de geliş saatinizi biliyor, mümkünse 17.30da gelin dedi ama biz buna uyamıyoruz :/ Hatta geçen gün 18.20 gibi aldık, Elif iyiydi de ben ağladım iyi mi :/ Sabahları bırakırken etkilenmesin diye hemen bırakıp çıkıyoruz, durumu anlayamıyoruz işe yetişme telaşından. Öğleden sonra bende karıncalanma başlıyor zaten. Hep bir gidip görsem halim var, uzaktan tabii. Öğretmeni Elifin maşallah sınıfta en küçük olmasına rağmen gayet sosyal, uyumlu olduğunu söyledi. Ondan büyüklerle arasında 6-8 ay var. Akşamları bize koşuşundan bizi özlemiş olduğunu hissediyorum. Ama öğretmeniyle de çok gülerek ayrılıyorlar. El sallama, öpücük seansları oluyor :)
Sonrasında "vicdan" konuşmaya başlıyor: "Elif çok küçük değil mi?", "Acaba biraz daha evde dursa olmaz mıydı?" diye.
Elifin evde durabilmesinin benim gözümde tek yolu benim de evde durmam. Yani amacım çocuğu -ne olursa olsun- evde tutmak değil, benimle evde durmasıydı. Bakıcı, aile büyükleri -yine büyük konuşmuş olmayayım- seçenek değil bizim için. "İznim varken ben biraz daha baksaydım çocuğuma" cümlesini susturamıyorum. Mücadele etmezsem belki susar, bilmiyorum.
Tabii ki bunda her gün en az 3-5 kere duyduğum "hiii, küçücük çocuk kreşte mi?", "e nasıl bırakıyorsun, ağlamıyor mu?" cümlelerinin de etkisi oluyor. Söylediğim cevap hep aynı: "Biz vicdansız anne babayız". Konu kapanıyor. Bir de insanlar ısrarla Elifin ağladığını duymak istiyor gibi. "Ağlamıyor" deyince tuhaf bakışlar oluyor ve şu cümle geliyor arkasından "evde seninle sıkılmış demek". "Evet, çok sıktım ben çocuğu, tüm gün değil dışarı çıkarmak yatağından bile almıyordum dışarı" diyorum. Susuyorlar.
Neden böylesi bir laf ebeliği mücadelesi var? Gülüp geçtiğim zamanlarda daha çok konuşma hakkı elde ettiklerini düşündüklerinden bu cümlelerin dozu da kaçıyor, daha çok canım sıkılıyor.
Ama illa sıkılıyor sanırım, yazınca daha çok anladım. Hatta yazınca biraz daha rahatladım ki benim için blogun amacı da buydu. Yani buraya yazdıklarımı günlüğüme de yazabilirim-ki bir kısmını yazıyorum zaten- ancak bir etkileşim kuramam. Aslında sen sevgili okur, yorum yazdığında/hayatından bir şeyler paylaştığında/"ben de yaşadım, üzülme geçiyor" dediğinde insanın içine cidden su serpiliyor. Yeri gelmişken teşekkür edeyim :)
Bugünlerde Elifi bir iki saatliğine uzaktan izlemek gibi bir niyetle okuluna gideceğim. Öğretmeni yanlış anlamasın diye önceden sordum, böyle bir niyetim var, ne zaman geleyim dedim. "Bizim için hiç fark etmez, siz ne zaman uygunsanız" dedi. Zaten geçen gün onun yanında ağladığım için durumumu gayet net biliyor.
İlk yazımda demiştim ya, ben bazı şeyleri geç anlarım diye. İşte bu da onlardan biri. "Normal" insanlar ilk aylarda ağlar, sonra durulur. Ben ilk başta "cool" takılırım-neden bilmiyorum- sonra da patlar.
Geçen hafta sevdiğim bir arkadaşıma şu mesajı attığımı hatırlıyorum: "bende bir sorun var sanırım, ben Elifi özlemiyorum". Bu ikisi ne yaman çelişkidir aslında değil mi? O günden bugüne neler mi değişti yani 1 haftada.
Elif son zamanlarda oldukça fazla inat, ağlama krizi, bağırma krizi, gece terörü gibi şeyler yapmaya başladı. O kadar sabrım tükendi ki aylar önce çok bunalıp ona bağırdığım zamanlara döndüm. Bu da çarpı iki vicdan demek ne yazık ki :/ Bu hafta ise gelişim süreçleriyle ilgili bir şeyler okudum ve onu anlamaya çalıştım. Yaşadığı değişiklikler, diş süreçleri, bir anda tüm gün ayrılmamız vs. Hepsi için ona daha fazla sabır göstermeliyim. Bağırarak halledebileceğim bir şey yok. Tek yapmam gereken aslında onu biraz daha anlamaya, dinlemeye çalışmak. Kriz anlarını önceden görüp dikkatini dağıtmak. Bunu yapabilmem için de işe başlamadan önce güzel bir tatile gidebilseydik tam süper olacaktı ama olmadı. Elimizdekilerle yetinmesini ve şükretmeyi de bilmek gerek sanırım. Ben de bolca bir şeyler yazıyorum, çiziyorum, okuyorum. Zihnimi boşaltacak güzel bir fiziksel aktivite arıyorum ki aslında bunun yürüyüş olduğunu da biliyorum ama yap(a)mıyorum.
Kısacası Elifi çok özlüyorum.
Eski hayatımıza dönebilme imkanımız olsa pazarlık yapar, evi değiştirmek şartıyla, bu imkana balıklama atlardım.
Elif 11.5 aylık, Avusturya gezisinden
Bir de ağlayabilmek için tuvalete yetişebilme zorunluluğu olmasa iyi olurdu :/
Devamını oku »

24 Temmuz 2015 Cuma

Günün Mutluluk Sebebi-3

Günün mutluluk sebeplerini aynı gün yazamasam da mutlaka yazmaya çalışıyorum çünkü bu bakış açısını seviyorum.
Daha önce minicik bahsetmiştim, tatlı bir grubumuz olduğundan. Dünün mutluluk sebebi de işte o gruptan arkadaşım olan Balyanak Ailesinin "anne" kişisi :)
Yeni taşındığımız yer ile onların yeni taşındığı yer arası mesafe çok yakın, bu demektir ki sıklıkla görüşebileceğiz.
Balyanak Anne'nin sıcakkanlılığı, hoş sohbeti, pozitif enerjisi ve yanakları sıkılası 3 çocuğunun varlığı dünkü(ben yazıyı yayınlayana kadar gün geçti tabii)  mutluluk sebebim oldu.

Sağdaki meraklı kişi de Elif

Bir diğeri de annemin yaptığı pirinçli börekti.
Göçmenlerde her bayram sabahı yapılan pirinçli börekten biz bu bayram mahrum kalınca bu hafta bizde olan annem ve teyzem bize bayram sabahı neşesi yarattılar :)

 Haberler, gelişmelerden dolayı canım çok sıkkın aslında bugün. Sadece "BALIK" kitabındaki gibi umudumumu kaybetmemek istiyorum. Hayat, biz çok üzülsek de çok sevinsek de geçiyor, zaman akıyor ve geçen zamanın geri dönüşü olmuyor.  Birileri üzülürken zil takıp oynamak istemiyorum elbette, sadece umudumu kaybetmemek ve kalbim sıkışmadan nefes alıp vermek istiyorum. Hayatımda olan/olmayan her şey için de şükrediyorum.
Günün mutluluk sebepleri bu açıdan benim çok işime yaradı/yarıyor, tavsiye ederim herkese.







Devamını oku »

22 Temmuz 2015 Çarşamba

Elif'in Ek Gıda Süreci / Devam

"Biraz zaman geçsin istedim açıkçası bu yazıyı yazmak için. Çünkü bebekler büyüdükçe huylarıyla beraber yedikleri içtikleri de değişiyor. Tam "işte bunu çok seviyor" diyorsunuz ama ertesi gün bir de bakıyorsunuz ki o çok sevdiği şeyin yüzüne bakmamış. Anne kişisi şokta hatta panik halde. "Neeaaay, napacağım ben şimdi????" Hehehe yok yok, çok şükür henüz o kişi ben değilim. İlk satırlarda yazdıklarım Elif ama bak, onu kaçırmayalım.
Neyse ki şimdiye kadar "yemezsen yeme cicim" hallerimi bozmadım. İnsan bebeğini büyütürken hem kendi de büyürmüş hem de içindeki daha önce hiç görmediği yerleri keşfedermiş ya; işte o hesap bizimkisi. Elif büyüyor, ben büyüyorum. (ki tam buraya uygun bir parantezim var; yakında tammmm 30 yaşında olacağım yehuuu, yani Elif'in ilk yaşından daha önemli değil de ne :) Ve tabii ki keşfediyorum, nasıl bir anneyim acaba diye. Bu da düşünerek olmuyor. Olaylar karşısında verdiğin tepkilerle, kendini gözlemleyerek ve biraz da çevrenin "e sen şöyle şöyle bir annesin" demesinin harmanıyla bir şeyler şekilleniyor. Misal, Elif'in küçük düşme ve çarpmalarına "hadi canım, yoluna devam" dedim hep. Dün ise Elif ilk defa yataktan düştü :/ Yanında değildim ve o sesle beraber sanırım aklım, kalbim başka bir yerlere uçtuuuu sonra geri geldi ki bu 1 saati falan buldu. Hani nerde o "hadi canım, yoluna devam" annesi? Çok çükür bir şey olmadı ama resmen Allah korudu kızımızı. Eliften çok ağladığımı ve sonra Elif'in bana sarılıp sırtıma pışpış yaparak beni sakinleştirdiğini söylememe gerek var mı bilmiyorum...
Yemek işi de bundan farklı değil."
                                                                             ***
Yukarıdaki satırlar şubat ayında yani yaklaşık 5 ay önce yazılmış, yanlış hesap yapmadıysam. Oysa şimdi durum çok farklı, 30 yaşına girdim, Elif 1. yaş gününü geçti ve hatta 15.5 aylık oldu, kreşe başladı... Gelişmeler çok yani.
Ek gıda hakkında genel bir yazı yazmak hep aklımda olan bir şey, neler yaptım nelerden kaçındım arşivimde olsun istiyorum. Ek gıda sürecinin ilk yazısı burada
Ek gıdaya başlamadan önce okuduğum kaynaklar aklımı daha da karıştırmıştı, kimisi muhallebi diyor kimisi "o tabak bitmeyecek" diyor bazıları da rondoyu asla kullanmayın diye parmak sallıyordu. Bizim ek gıda maceramız nasıl olacaktı, meraktaydım çünkü tariflerde yazılan şeyleri anlayamıyordum. Basit bir sebze püresi bile gözümde büyüyordu.
Şimdi dönüp bakınca kendimi tebrik ettiğim konulardan biri de elifin ek gıda sürecinde kendi annelik hislerime güvenerek tamamen içimden geldiği gibi davranmış olmak diyebiliyorum. "de" eki fazla olmuş çünkü kendimi tebrik ettiğim başka bir konu yok. Uyku mu dediniz? Onu da yazacağım, orada ben başkalarını tebrik edeceğim zaten :)
6-8 ay: Ek Gıda Ne Demek, Tanışma & Kaynaşma
Elif 5.5 aylıkken yaşadığı çok yoğun ishalde -ki bence gerek yoktu ama- yoğurda başladık. Elifin yediği şeyleri her zaman önüne bırakmaya çalıştım. Yemeği bir oyun olarak görmesini, yemek sürecinden sıkılmamasını istedim. Başladığımızda hava şartlarından dolayı üstünde bir dolu şey de oluyordu ama ben sonrasında temizlik yapmayı daha pratik buldum hep.
Bu aylarda önerilen aslında 3 gün kuralı ile başlayıp patates, havuç, elma vs. yi rendelemek/haşlamak/püre yapmak gibi şeyler. İlk günlerde ne yapacağımı hiç bilmediğim için bir cam rende ile elmanın püresini verdim. patatesi haşladım, ezdim çatalla. havuç, brokoliyi buharda pişirip önüne koydum. Yemeklerden yarım saat öncesinde emzirmiş olduğum için neyi ne kadar yediğine hiç bakmadım. Sanırım baksaydım da anlamazdım. Bu iki ay biraz tanışma&kaynaşma evresi oldu. Kabakları parmak yiyecek kıvamında hazırlayıp önüne koydum, en çok onu sevdiğini hatırlıyorum.
Kahvaltı olarak yumurtanın sarısı, tuzsuz lor peyniri, biraz ekmek veriyordum.
İlk zamanlarda evde yoğurdu kendimiz yapmaya çalıştık. Pelin Hanım, Pelin Hanııım, uğraştık heralde :) Baktık olmadı, makinesini aldık. Makinedeki yoğurt da ayran kıvamında olunca 8. ayda bu işi bıraktık. Tuzsuz peynir yapmak çok daha kolaydı. Kaynayan süte biraz yoğurt atınca süt kesiliyor ve peynir kıvamına geliyor. Bu peynir işini biraz daha devam ettirdim.
"O tabak Bitecek mi?" kitabını ben biraz abartılı buldum. Çok keskin çizgilerle ayrılıyordu yiyecekler. Çocuğa kaşıkla bir şey vermek mi? Amanın ne kadar saçma, gibi. Ben biraz orta yolda aklıma yatanı yaptım. Yoğurda hep bulandı Elif. Hatta anneme göre çok da iyi beslenemedi :) Ama bence yeterince eğlendi :)
8-10. ay: Özgürlüklerin tadını yavaştan çıkarmaya başladığımız zamanlar. Bu dönemde önüne kuru fasülye, nohut, bezelye gibi taneli yiyecekler koymaya başladım. 8 aylıkken de diş çıkardı Elif.
Elifin öğürme ve böğürme reflekslerini öğrenirken panik olmamaya çalıştım. Neticede o da bu şekilde yutkunmayı öğrenecekti.
6-8 ay arası birkaç defa rondoyu kullandım, rondodaki kıvamı sevmedim. "öz"ü bulamadım açıkçası, bir de ben çok "çorbacı" biri değilim. O yüzden de yiyecekleri Elifin yiyebileceği kıvamda, bazen çatalla az ezerek bazen de ezmeden direk önüne koyarak verdim.
Rahat olmamın sırrı Elifin aç kalmayacağına olan inancımdı. Annesine çektiyse onda da hiç aç kalacak gözün olmayacağını biliyordum. Elif de benim gibi az yer sık yer. Az yediği için ananesi arada panik olur :) Bu aylarda Elife özel olarak yaptıklarımın oranı azaldı ve ortak yiyeceklerimiz arttı.
10-12. ay: Elif için ekstra bir şey hazırlamayı bıraktığım zaman dilimi. Elif az uyuyan bir bebek olduğundan işleri hep pratik olarak halletmeye çalışmamın da etkisi oldu.
Bu aylarda Elif önündeki yiyecekleri çoğunlukla yere atma, fırlatma halindeydi ki hala öyle. Eskiden masanın hemen altından toplayabiliyorduk yiyecekleri, şimdi uzun atma yarışında gibi mutfağın enn dip köşelerini hedef seçiyor kendine.
Bu aylarda kaşar peynirli, omletli kahvaltı, öğlen daha hafifçe bir şeyler, öğleden sonra atıştırmalık meyve ve akşam yemeği gibi bir menüsü vardı.
Atıştırmalık şeyler benim kafamda hala net değil, biraz ne bulursam ondan bundan gidiyor. "Asla yapmam" dediğim pek bir şey olmadı. Tuz ile de bu aylardan itibaren yavaş yavaş tanıştı. Şeker konusunda eskiden daha katıydım, şimdi daha esneğim. Karabalığa kalsa tabii çocuk nutellaya bulanarak büyüyecek :) Paketli, dondurulmuş, hazır gıdaların sağlığımıza ne kadar zararlı olduğunun farkında olarak orta yol bulmaya çalışıyorum.
1 yaş ve sonrası : Tralalala dönemi
Yasaklar tamamen ortadan kalkınca ben de rahatladım. Yumurtanın beyazı, bal, süt gibi yiyecekleri rahatça tüketmeye başladık. Elif hala kaynamış yumurta ise önündeki beyazını tercih eder. Sarısı bazen mideye gider bazen elinde hamur olup şekillenir olmadı yeri boylar. Süt konusu biraz değişik bizde. Ben geç verdim sanırım, aklıma yatmamıştı emzirirken inek sütü vermek. Elif de çok sevmedi zaten. Kreşten gelen notlarda hep "sütü az içti" yazar. Bir de sebze yemeklerinde seçicidir, onun notları da şöyle "tadına baktı/ az yedi/ hiç yemek istemedi" gibi. Normalde canım mı sıkılmalıydı bilmiyorum, her şeyden yememesine ben takılmıyorum. Benim mottom şu: "ekmek seven çocuk can'dır" :) "Sebze yemiyorsa ekmek-yoğurt yer" :)
İlk zamanlarda evde mutlaka yedekte bir şeyler tutuyordum, son aylarda bundan da vazgeçtim. Aç kalacak hali yok, elbet birinden yiyecek. Her öğünde çok dengeli beslenmesi iyi olurdu ama benim o "denge"yi hazırlayacak vaktim olmuyordu ki, zottirik hanım uyumadıklarından :) Kendime ayılmak için yaptığım kahvenin telvesinden veriyordum bir ara, bak ne kadar "denge"liymişim :)
Elif için yaptığım en iyi şey Makarna Lütfen'den aldığım sebzeli makarnalar, erişteler oldu sanırım. Son aylarda tabii ki beyaz un da yiyor, normal makarna da. Bana asıl denge buymuş gibi geliyor.
Kreşteki yemek listesine bakınca bizim karabalıkla klasik diyalogumuz şu : "gitsek bize de yemek verirler mi?" İlerleme kaydediyorum kendi mutfak deneyimlerimde ama her gün için 4 çeşitli muhteşem sofralar hazırlayamıyorum. Hatta yaz geldiği için bizim menü karpuz,peynir,ekmek üçlüsüne döndü. Elifin karpuzu önce eliyle sıkıp gücünü gösterdiği an'ın videosunu da bir yakalasam fena olmaz. Elif son birkaç aydır yemeklere böyle yaklaşıyor: güç gösterisi :) suyunu sıkmak, en uzağa fırlatmak, yüzümüze tükürmek falan. Arada da yiyor. Ki anneme kalsa çok az yiyor, biz yedirelim. Pilavını da Hintliler gibi yiyor Elif. Çatal, kaşık ve tabak onunkilerse yeri boyluyor, bizimkilerse çok kıymetli oluyor.
Uyku konusunda yapamadığım tüm o "cool" anne havalarımı yeme-içme işinde atabiliyorum. Havayı da başkasına değil kendime atıyorum bu arada :) İnsan bir yerde şunu hissetmek istiyor sanırım: oh rahatım, rahatladım.
"Elif yemek yiyor mu?" Aslında ne yediğine ve ne kadar yediğine takılmazsan bence yiyor. Normalde kesinlikle domates yemezdi, kreşten sonra masadaki domatesi gösterince biz ilk başta anlayamadık neyi istediğini :) Son zamanlarda Elif'in düzeni de şöyle: çabuk yiyor ve hemen masadan kalkmak istiyor. Yani biz daha ara sıcaklardayken Elif çoooktaaaan yemeğini yemiş, suyunu içmiş, kalkmaya hazırlanıyor.
Çok şükür şimdilerde "ek gıda" diye bir şeyimiz kalmadı, hepimiz evde ne pişiyorsa hatta pişmiyorsa paylaşıyoruz.
Israrcı olduğum bir konu Elifin mama sandalyesinde bir şeyler yemesi olmuştu, hala da öyle. Mutfaktan aşırıp kaçtığı bir şeyler yoksa elinde genel olarak İKEA mama sandalyesinin çok faydasını gördük diyebilirim. Çok pratik olduğundan anane-babaanneye giderken yanımıza alabiliyoruz.
Uzun bir süre yere poşet sermiştik. Boya yaparken serilenlerden. Her yemek sonrası onu kaldırıp atıyorduk. Şimdilerde Elif o poşedin sınırlarını çok aştığı için yerde halı dahil her şey kalktı, yemek sonrası ekmek,yoğurt vs ne varsa süpürülüp(basit bir çekçek) atılıyor.
Çorbadan bahsetmeyi unutmuşum. Bir ara ben içiriyordum ancak Elif kendisi yemeye o kadar alıştı ki elinde kaşık görünce parmağıyla önünü işaret ediyor,oraya koy diye. Şehriye çorbasının şehriyeleri, çorbaya konan ekmekler, minnak köfteler de böylece yenilebiliyor.
Görsel Elifin omleti olsun dedim ama omletin bu minnoş halini bir daha gören duyan olmadı, o yüzden özenip yaptığım arşivlik bir omlet kendisi :)

Devamını oku »

10 Temmuz 2015 Cuma

Elif'in Kreş Günlüğü :)

Kreşte yaşananları sanki biliyormuşum gibi bir de buraya afilli bir başlık yazdım ya, tebrik ettim kendimi :)
Elifi kreşe vermeyi düşünürken birkaç anne ile görüşmek bana iyi gelmişti, ben de belki bu satırların birilerine faydası olur diye düşündüm. Hem de Elifin orada neler yaptığını, bizim neler yaptığımızı unutmayalım istedim.
Öncelikle benim işyerine dönmeme hakkım daha çok olduğu için bu kararı almak hiç kolay olmadı. Hatta bu teklif karabalıktan geldiğinde anneliğime hakaret saymıştım bu teklifi, itiraf edeyim :)
Tamam arada çok bunaldığım oluyordu ama ben kat'a ve asla işe dönmeyecek ve Elifi de kimselere bırakmayacaktım. Sonra olayın içinde bir "bırakma" eylemi olmadığı üzerinde konuştuk ki ben yine ikna olmadım. Elife çok bağlı/bağımlı değildim bana göre ama sanırım dışarıdan bakılınca biraz öyleydim. Bir yerde de mecburduk çünkü Ankarada Elifi emanet edip 1-2 saat bir yerlere gidebileceğimiz birileri yoktu. 2 kıvırcık kuzenim eminim seve seve Elif'e bakarlardı ama biz zaten uzaktayız, onlar zaten(bize göre) uzakta, hsonu herkesin işi var gücü var... Bir de Elif sadece oyun zamanlarında bir yerlere bırakılabilecek bir çocuk gibi geliyor bana. Uykusu zaten terelelli, yemeği desen sadece evde yapabilirmişiz gibi geliyor(du). Şöyle ki biz Elif'i mama sandalyesinde hep serbest bıraktık, gün geldi eliyle yedi gün geldi kafasını masaya dayayıp ağzıyla yalandı :) Kimseye zahmet vermek istemedik işin aslı. Bir yerden sonra bizim için ev değişikliği biraz şart oldu. Öyle olunca benim işe dönmem gerekli oldu. Hal böyleyken Elif'i tek başına evde bırakmaya da gönlümüz razı olmadı, bari kreşe gitsin dedik :) Bu tabii işin yumuşatılmış hali. Ama bu karara gelene ve bu kararı uygulayana kadar ohooo neler oldu neler. Aslında yalan atmış olmayayım, çok bir şey olmadı, sadece ben bolca ağladım :( Evi değiştirmek istiyor ancak Eliften ayrılmak istemiyordum. Hayatımda değişiklik olsun istiyor ancak bunun bu kadar büyük çaplı olmasını istemiyordum çünkü hazır değildim bence. Yani şöyle olabilseydi, evi değiştirsek Elifi de haftada birkaç gün birkaç saatliğine birine veya kreşe bıraksak ve benim işe dönmem gerekmese, ben iznimi yarıda kesmezdim. Bizim için mecburen "ya hep ya hiç" oldu her şey. Bu süre zarfında çokça da vazgeçtim ben, "yok, istemiyorum, burada devam edelim" dedim. Dedim ama karabalık bunu yemedi :)
Elif kreşe başlamak için çok küçük değil mi?
Bence çok küçük.
Demek ki hatırlamadığım bir zaman diliminde çocuğunu küçük yaşta kreşe veren birini farkında olmadan kınamışım ve kınadığım şeyi de kendim yapmışım, yaptım. (bu bile geldi yani aklıma)
Karar aşamasındayken 1-2 yer gezdik. 2. yeri sevdik ve olayı sürece bıraktık. Elifi kreşe verme işini de olabildiğince erteledik(birkaç hafta) ama zaman er geç karşımıza çıktı. İşe giderken Elifi bırakacağımız için yolumuzun üzerinde, trafikte bizi zorlamayacak bir yer olmasına dikkat ettik. 3. bir yere daha baktık bu şarta uyan. "Psikolog var mı" diyoruz, "var, iki haftada bir geliyor" dediler. Bir de bahçesi oldukça bakımsızdı ve kapısı da açıktı, arkamıza bakmadan uzaklaştık oradan. 1. baktığımız yeri de sevmiştik ancak uyku odaları bana havasız, kasvetli ve dar gelmişti. 2. baktığımız yer oldukça ferah, temiz, düzenli, hijyenik bir yer. Kreşte devamlı hemşire ve psikolog var(ki bu süreçte çok işimize yaradılar) Bahçesi çok güzel, kum havuzları var, kapıda güvenlik var, çocuklar da hep mutlu görünüyordu. En son gittiğimizde öğretmeniyle de tanıştık, Elif ay grubu içinde tek ve en küçük olacaktı(hala öyle) diğer çocuklarla aralarında 6 ay var, onlar da 6-7 kişi sanırım. Bizim öğretmenimiz S. ise Elif ile birebir ilgilenecekti. Anlaştık, karar verdik, sözleştik, pazartesi gittik.
Dırın dırın...
Evden çıkarken ben zaten gözlerim sulu çıktım.
Ki anneler hep şunu demişti: çocuğa asla yansıtma, onun yanında ağlama...
İlk hafta alışma süreci oldu.
1. gün 1,5 saat kaldı kreşte ve ben bekleme odasında mideme giren kramplar eşliğinde kendimi avutmaya çalıştım. Psikolog iki defa Elifi uzaktan gösterdi, gayet iyi görünüyordu :) O gün orada içtiğim nescafeyi ve okumaya çalıştığım kitabı hiçbir zama unutmayacağım sanırım.
2. gün yine 1,5 saat kaldı. O gün ben aşırı rahattım hatta "oturup kitap okumak ne iy geldi bana"" diye mesaj atmıştım.
Bu arada karabalık kreşteki herkese Elife değil sürece annesi alışacak, bem ondan korkuyorum, çok ağlayabilir demişti. Vay gıcık!
3. gün 2 saat kaldı, öğlen yemeğini de yedi. O gün ben kreşten gıcık kaptım ancak hiçbir düzgün sebep bulamadığım için "enerjimiz tutmadı, öğretmen de pek sevecen değil gibi" diye karabalığı da telaşlandırdım. Oh! :)
4. gün: Yasemenlerle buluştuk ama benim aklım Elifteydi, o gün ne olduğunu anlayamamıştım.
5. gün: kahvaltı-öğlen yemeği-uyku derken saat 3 civarı aldık. Kreşin yakınlarında bir yerde oturdum, bekledim, kurmayayım diye dolanmaya çalıştım, o ara canım Zeynep aradı beni(incirlikurabiye) ne iyi geldi onunla konuşmak :) Bir de üstüne annem arayınca, "hah iyi, rahatım artık" dedim. Çünkü annem başak burcu olup mantıklı insan olunması üzerine doktora tezi yazmış biridir, benim ağlaklığıma da hem kızar hem de beni normal hayata döndürür :)
arada hafta sonu oldu ve babaanneler gelmişti, onlar tabii ki kıyamadılar Elif'e. Pazar günü de elif hastalığını yumurtladı. Ondan da bana geçince;
2. haftanın başı birinci ve ikinci gün evde yattık. İkinci günün sonunda doktora gittik, çok makul biriydi(ilk defa gidiyoruz, bizim çocuk doktoru hikayemiz apayrı bir yazı olur ama düzenli gittiğimiz biri yok, devlet hastanesinde kime denk gelirsek ona derdimizi anlatıyoruz çünkü para verip özele gittiğimizde de aynı mameleyi görüyoruz :) hatta Elifle oynadı (bunu 15 ayda ilk defa bir çocuk doktorunda görüp ben şok oldum, genelde tiksinme ifadesi olanlara denk gelmiştik çünkü) ve dedi ki "dişler patlamış, kreşe başlamış, durumu gayet normal, bol sıvı verin, geçer, ateşi de takip edin" hemen yanı bizim kreş zaten. Gittik ki arkadaşları özlemiş bile zottiriği, "eliiif" diye atıldılar. Biz onlara bulaştırmayalım diye haftayı kapatsak mı diyorduk ki kreş benim durumumu bildiğinden "yarın gönderin siz, burada da bakarız Elif'e, acil bir durumda haberleşiriz" dediler. Aklıma yattı çünkü benim Elife bakacak halim hiç yoktu. Bence en temizi karabalığın izin alıp ikimize bakmasıydı :)
2. hafta 3. gün: Sabah 9 gibi baba-kız çıktılar evden, bende bir şaşkınlık hali, tek başına kahvaltı edebilme lüksü(bunu ayrıca yazacağım) derken bir telefon: kreş arıyor.
saat 11de hemşire aradı, "Elifin ateşi 38i geçti, bıraktığınız ilacı verelim mi, gelip almak ister misiniz, burada bakalım mı, ne dersiniz" diye. Bir beş saniye kadar donakaldıktan sonra ağzımdan çıkan şu sözlere ben bile inanamayacaktım: "Siz ilacı verin, izleyin, yarım saate düşer ateş, sonra da uyur; baktınız iyileşmedi yine haberleşelim ama şu an Elifi almayacağız, ben birkaç güne işe başlayacağım ve süreci bu halde bir görelim" Çok kibar ve tecrübeli bir hanım  zaten hemşire, "ilacı sizden habersiz veremem o yüzden aramıştım, nasıl derseniz" dedi. Tabii o an benim içimde bir şeyler koptu mu! "Vay sen ne vicdansız annesin" diye. Çok ağlamadım ama çok üzüldüm. Karabalığa söyledim, şok oldu "hemen gelip alıyoruz demedin yani" diye, "yok" dedim. "senden hiç beklemiyordum bu tepkiyi, iyi yapmışsın" dedi. Akşamüzeri Elifi almaya gitmeden önce tabii ki ben aradım kreşi, öğretmeni durumunu anlattı ve ben çok rahatladım.
4. gün: Ben işe başladım. Hastalığım tam iyileşmeden :/ Gerçi hala burnum aktığına göre beklememem iyi olmuş :)
5. gün: İlk 2 hafta Elifin yastğını götürmüştüm ve Öğretmeni Elifi düzeni bozulmasın diye ayağında sallıyordu ki... Bugün ilk defa yatağında uyuttuğunu söyledi. Ben şok!
3. hafta: Bu hafta da bitti. İletişim kartları sayesinde her gün ne yedi ne yaptı öğrenebiliyoruz. Dün piknik yaptılar mesela :) Ayy ben bir heyecan yap! Yanına hem meyve hem kurabiye verdim iki çeşit.
Psikologun bize demesiyle "siz çok sakin olduğunuz için Elif çabuk kaynaştı"
"Bahsettiğiniz kişi ben miyim?" deyince kız güldü ama ben espri yapmamıştım.
İlk günlerde Elif yolda da bir şeyler atıştırdığı için kreşteki kahvaltıya çok sıcak bakmamış, biz de taktik değiştirdik ve kreşe kadar (zaten 15 dakika) bir şey vermiyoruz. Tabii ki ısrarla "mama mama mama" diyor ve ben ısrarla "mama kreşte" diyorum. Son haftada ise şahane bir çözüm buldum: şarkı söylemek.
İnsanın evladının zayıf noktasını bilmesi kadar güzel bir şey olamaz :) Ali Babanın çiftliği geçerliliğini yitirince "pazara gidelim, 1 elma alalım, pazara gidip 1 elma alıp napalım, happur huppur yiyelim" şeklinde çeşitli meyve-sebze versiyonları olan şarkıyı durmadan söyleyince Elifin neşesi yerine geldi çünkü bazen pazardan nane alıyoruz, kısır yapmak için (şarkı gereği) Hatta bugün pancarı kaynattık, kayısıyı reçel yaptık, soğanı doğrayıp buzluğa attık sonra köftede kullanmak için :) Ona video açsam da susardı belki ama yanlışa yanlış bir uygulamayla son vermek istemedim. Video çocukların susturucu ise bunu cidden oldukça nadir zamanlarda kullanmaya çalışıyoruz. Hani hiç durmadığı zamanlarda mesela. Tv zaten olmadığından işimiz rahat.
Bugünlerde "nasılsın, çok ağlıyorsunuzdur ayrılırken" diye yazan çok kişi oldu. Ki hepsi de canım arkadaşlarım. Ya ben öncesinde çok ağladığım için kendimi iyice hazırladım ya Elifin kreşte bizden öğretmenine gülerek sevinerek gittiğini görüp içim rahatladı ya ben birkaç ay sonra patlayacağım daha olayı idrak edemedim ya da... Ben vicdansız biriyim. Bilmiyorum.
Elifin kreş süreci en çok işyerindeki abi-amcaları rahatsız etti. "15 aylık bebeği kreşe mi verdiniz" tepkisinin farklı tonlamalarda söylendiğini düşünün. İşte ben hepsine " evet verdik, ne kötüyüz değil mi? Bir deneyelim dedik belki Elif ilerde çok güçlü bir çocuk olur"diyorum. Sanırım bana daha da kızıyorlar.
Bir de arada psikolog bizi rahatlatmak için cümle içinde "küçük olduğu için" diyor ya... İşte ben o cümleyle rahatlayamıyor daha da endişeleniyorum :) Hele ilk gün... "Bu hafta alışamazsa üzülmeyin henüz çok küçük" dedi. Evet dedi bunu. O bir saniyede gittim geldim kıza sarılıp ağlamamak için. Tamam neyse ki ağlamadım.
Amma da yazdım ve lafı uzattım değil mi?
Şimdilerde bize verilen kreş çantasından çıkan günlük iletişim kağıdını okumak, çantaya temiz kıyafet koymak bizim evin heyecanı.
Öğretmeni birkaç gündür Elifi benim ona verdiğim hikaye kitaplarını okuyarak kendi yatağında uyutuyor, çok mutlu oluyoruz.
Bu yazıda belki kreş hayatını övmüş gibi oldum, bilmiyorum. Sadece bizim durumumuzda bize en uygun çözüm kreşti ve kreşin olumlu taraflarına odaklanıp kendimi ve Elifi stresten uzak tutmak istiyorum.
Bir de yazmazsam olmaz, Elifi kreşe vermeden bir gün önce babalar günüydü, kuzenimi aradım gününü kutlamak için. "yarın elif kreşe başlayacak böhüüü" de demiş olmalıyım ki bana şunu dedi "sen Amerikada olsaydın ve Elifi daha küçük yaşta kreşe verseydin  daha kötü bir anne olmazdın çünkü orada herkes öyle. Türkiyede anne-babaların çocuklarından kopamıyor olmaları, kreşe daha geç yaşta göndermeleri sen Elifi daha erken gönderdiğin için seni kötü gibi hissettiriyor. Farklı bir ülkede olsan bu vicdan azabını duymayacaktın" dedi. Bu cümle benim aklıma yattı mı, ki zaten aklıma yatacak cümlelere ihtiyacım vardı daha geceden ağlıyordum :/
İşyerimizin çok neşeli bir yer olduğunu söylemiş miydim? Bana şunu diyen oldu: "Hii, kreş mi? Arada baskın yapmalısın oraya, git ve kamera kayıtlarını izle, rehavete kapılmasınlar" Önce şaka yapıyor sandım ama baktım yok değil, gayet ciddi bir yüz ifadesi var. Şaşkınlıktan ben yine gülüvermişim... Cevap bile vermedim.
Kendi anneliğimi arada tartıp biçerken fark ediyorum ki oldukça ortalardayım yani ne çok pimpirikliyim ne de xxl olarak geziniyorum(ki anneme göre öyleyim :P ) Burnu aktığında ya da yemek yerken elimde peçeteyle çocuğu devamlı olarak silmeye/temizlemeye çalışmıyorum, son zamanlarda iştahı eskiye göre oldukça kapandı elimde kaşıkla gezmiyorum, düştüğünde paniklemiyorum(genelde, bazen de aklım çıkıyor) ve devamlı tertemiz giyinmesine dikkat etmiyorum hele ki uyum, kombin vs. bende hiç yok. Sanırım herkes içinden nasıl geliyorsa öyle davranıyor çocuğuna benim de kendi öz mayamda bunlar yokmuş demek ki. Ama aile mayamda var bak hatta annem bana deli oluyor kıhkıhkıh :)
Dün odaya biri -ki gerçekten muhabbetim yok- "esra hanım, başlamışsın hayırlı olsun, çocuğunuzu 15 aylıkken kreşe nasıl verebildiniz?" diyerek girdi gayet de yüksek bir ses tonuyla. "Ya tüh bak nasıl unuttuk sizden izin almayı" diyecektim ama demedim, onun yerine "Biz yeni nesil anne-babayız ve çok vicdansısız,o yüzden zor olmadı" dedim. Adam da bir şey diyemedi. Demek böyle olmak lazımmış, ben yeni yeni anlıyorum. Aklımdan geçen ilk cümleyi söyleyebilecek kıvama da gelirsem yani o kadar pişersem kendimi tebrik edeceğim :)
Sanırım şimdilik bu kadar yazacaklarım. "Aaa bak bunu yazmayı unutmuşum" dediklerimi de ikinci postaya yazarım artık.
3 haftamız aşağı yukarı böyle geçti.
Kreşte olması diğer seçeneklere göre aklıma daha çok yatıyor ancak ne olursa olsun bence imkan varsa sanki 2 yaşına kadar anne-bebiş bir arada olmalı diye düşünüyorum ben de.
Bir de sınıflarında Mira isminde bir kız var, ilk hafta ben de görmüştüm uzaktan, ailevi problemleri varmış ve çocuk hala alışamamış gibi duruyordu Elif başladığında, derken Elifin ona yakınlaşmalarının Miraya da iyi geldiğini duydum, gözlemledim, hani belki de dedim Elifin kreşe başlamasının da vardır bir sebebi...
*Görseli sonra ekleyeyim :)

Devamını oku »

7 Temmuz 2015 Salı

Bu Aralar :)

Caaanıııım blog, seni ne kadar özledim bir bilsen...
Gel sana bir sarılayım önce :)
Geçtiğimiz 1 ayda o kadar çok şey oldu ki, hızımıza ben bile yetişemedim.
Ev değiştirdik yani taşındık,muhit değişikliği bize iyi geldi umarım da böyle devam eder. Eski komşularımı özlerim diyordum, yine özlüyorum ama neyse ki burada da kendime komşu buldum :) karşı komşumla tabak alış verişimiz var mesela, bir de kızları Elif'i çok seviyor.
İkincisi Elif kreşe başladı, 3. haftadayız, o da maşallah gayet iyi gidiyor. Hiç sektirmeden 2. haftanın başında hastalandı, klasik kreş virüsü mü diyorduk ki azı ve köpekler birlikte patladı, işin içine bir de diş olayı girdi.
Üçüncüsü ben işe başladım. Henüz yepyeni bir gelişme bu. Bu konuya az sonra gireyim.
Aslında sadece bu 3 değişiklik bile hayatımızdaki dengeleri oldukça değiştirdi.
İlk günlerde yani toplanma sırasında çok yorulduk, sonra dinleniriz dedik, olmadı. Yeni ev bize biraz fazla iş yükü çıkardı derken Elifi kreşe verdik. Sanırım bende hatlar biraz o ara koptu.
Kreş günlüğünü ayrıca yazmak istiyorum, buraya sıkıştırmadan. Öğretmenini biz sevdik, Elif de sevdi. Birbirlerine alışmış görünüyorlar. Bugün Öğretmeni "yatağına koydum, biraz kitap okudum ve uyudu" deyince sinirle karışık bir alt üst olma durumu yaşadım. şöyle diyecektim halbuki "neeaaayy, ben başaramadım, siz bu kadar kısa sürede nasıl başardınız bu işi hocam???!!"
Elifi 15 aylıkken kreşe verdiğimiz için oldukça uçlarda tepkiler aldık haliyle. "Aaa ne iyi yapmışsınız"lar bir tarafta "siz de anne-baba olacaksınız bir de, el kadar bebeği kreşe vermek de neymiş" ler diğer tarafta. Hatta bugün kreş çıkışı arabaya yürürken torununu almaya gelen bir teyze bizi küçümseyip "şuncacığı da mı kreşe veriyorlar" dedi. Zamanla daha çok alışacağım bu tepkilere ama içimden geçen ilk şey: "müsaitsen sen gel bak teyze" demek oldu, tabii ki gülümsedim geçtim. Böyle anlardaki gülümsemelerim çok yoğun sinir barındırsa da bunu sadece ben anlıyorum ne kötü değil mi? O halde gülümsemeyeyim, onu da beceremiyorum.
Veee gelelim iş yeri mevzusuna. 3 yıl önce çalıştığım yerden başka bir birime nakil olmuştum ve bu yeni yerde de çok zorlanmıştım, o sebepten oraya dönmek istemedim. Önceden bildiğim ama birlikte çalışma imkanımın olmadığı yepyeni bir yere geçtim şimdi. Eski birimim şokta, iş yoğunluğu çok çünkü(hsonları, tatiller ve izin zamanlarnda da çalışıp arada da nöbete geliyordum) gelmeyeceğimi duyunca üzüldüler ama bu üzüntünün kaynağı kara kaşlarım değil elbet :)
Kadınlar hep mi aynı olur yahu, her gören "kilo vermişsin/almışsın" diyor,ilk cümle bu. Demek ki birbirimizin gözünde kilo kadar değerimiz var, artıp azalıyor :) Erkekler daha çok "vaay Esra dönmüşsün" dedi :) Kadınların çoğunlukta olduğu başka bir birim ise kurumda çok gözde ve benim orayı neden tercih etmediğim çok soruluyor. Cevap basit: "Kadınların çok olduğu bir yerde çalışmak istemiyorum". Tercih ettiğim birimde birkaç kadın var sadece, bence çok daha güzel. Bir de eski birimimden neden ayrıldığımı manyak olup olmadığımı kariyerimi hiç mi düşünmediğimi soruyorlar. Valla gülüyorum.İş yerinde tuhaf kaçmasa şen kahkahalarımla güleceğim. "İş yoğunluğu değil sadece huzur istiyorum"diyorum. "Aman her şeyde önceliğin çocuk olmasın" diyor "kendince" tecrübeli anneler, "ben böyle iyiyim" diyorum. "Yeni iş pozisyonun seni tatmin edecek mi?" sorusu çok geldi hani zannedersin herkes nasada çalışıp uzay çalışması yapıyor :) işyerimuhabbetlerim benim hiç bitmez çünkü çok şenlikli bir yerde çalışıyorum. Yaptığım iş gereği de eskiden (halkla ilişkiler) herkesi tanıyorum, dolayısıyla bu günler biraz da herkesle çay çorba muhabbetle geçti. Rütbesi artanlardan değişik tavırda olanları görüp üzüldüm, onlar adına. Ne bileyim "öz" bu kadar "hafif" miymiş diye :)
Bu arada Şuşuöyküsü, bilgeveannesi, leylak dalı ve Yasemen ile tanıştım hatta leylak dalı Nurşen ablanın bize hediyesi bir kitap var ki!
Okuduktan sonra dayanamadım, kitabın üzerinden bir kez daha geçtim, çizelge çıkardım, kitabı irdeledim. Yazarın diline aşık oldum bir de. Hani böyle karşımda konuşsa da ben de iki satır kitap muhabbeti yapsam onunla dedim ki sonradan aklıma geldi, bu yazarla hayat üstüne de ne ala konuşulur :) (sanki babamın oğlu :) * yazarın kim olduğunu tahmin eden oldu mu? Genç bir yazar ve şimdilik ne yazık ki sadece 3 kitabı var. 2. kitabını da bitirmek üzereyim ve önünde kendimce saygıyla eğiliyorum. Keşke tanışma imkanımız olsa dediğim bir isim oldu. hadi bakalım evren, sen aldın mesajımı...
Dilim şiştiğine göre saatlerce yazabilirim ancak yazamam çünkü sıklıkla uyanan Eliftrişkomuz var bizim.
Bu süre zarfında 2 defa kendime yani sadece ben, kendim, bizzat kendim olarak vakit ayırabildiğim an'lar oldu, onları da yazacağım.umuyorum yani :)
Bir de ah yazmasam olmaz, canım pastanem Serender kapanmış :/ Öğle aralarımın kaçış mekanıydı halbuki. Kasadaki renkli gözlü amca Laz şivesiyle ne güzel "nasilsinuz" bile derdi... Çok üzüldüm bu işe, pastanenin gidişine
Bu ara harika ötesi kitaplar okudum ve hiçbirini yazamadım buraya,çok kötü hissediyorum.
Bir de -isim vermeyeyim- iyi kalpli bir anne oğlunun kitaplarından bir koli bizim kütüühanemiz için bağışladı. "Aaa bizim kütüphanemiz mi"dedim!? Evrenciğim,onu da arada hallediver olur mu? Neyse şimdilik yeni evdeki yeni kitaplığımızla yetineyim ben. O da doldu diyorum ama tam o ara karabalık "kuş mu geçiyor"demişim gibi havalara bakıyor :)))
Bak yazmadan geçecektim..neyse son anda hatırladım. Bu ara kitaplarımı internetten almadım, hepsini sahaftan aldım, çoğu da 2. el, onu da yazayım bir ara. benim için yeni kitap alma devri resmen bitti, off çokheyecanlıyım:) hatta geçen gün birkitabın içinde komik bir not vardı abisinden kardeşine "sevgili naz, nazlanmanı dert etmeyecek kişilerle karşılaşırsın hep umarım, iyi ki doğdun, 1998" diyordu :) işte bu muzır notları toplamayı seviyorum, bir de harika arşiv oluşturmaya başladım.Bazı kitapların tüm baskılarını ya da farklı kapak resimleri olanları toplamak gibi. Bayağı bildiğin koleksiyoner oldum kendi küçük dünyamda, aman ne neşe :)
* Tamam peki çatlatmayayım seni sevgili blog, bayıldığım yazar mahir ünsal eriş. DTCF'de okumuş, yıllar bile tutmuyor ama bence ben onu okulyıllarından tanıyorum ki ben DTCF'de bile okumadım :)
Bu arada çok özlemişim seni, canııım blog :)



Devamını oku »

4 Haziran 2015 Perşembe

Annelik İtirafları-1

Annelik sohbetlerine mi özendim acaba kim bilir, oldukça yorgunken yatmadan hemen önce birkaç itirafta bulunmak istedim sanırım. Başına "1" koydum ama bu başlığın "2"si ne zaman gelir tabii bilemiyorum :)
Teee en baştan başlayayım o halde daha açıklayıcı olur:
* Hamile kaldığımı öğrendiğimde içimdeki canlıyı korumak için pek de hareket etmemem gerektiğini düşünüyordum, sanki az hızlı yürüsem ona zarar verecektim. Bu his,zamanla geçti.Hatta son haftalarda Elif aşağı doğru insin diye epey hızlı yürüdüm de yine de bir işe yaramadı :)
*Ben hamileyken, etrafımdaki tüm kadınların hamile olduğunu sanmaya başlamıştım, yoksa o göbekler neydi öyle :) (zannedersin fit biriy(d)im :)
*Nasibimde normal doğum olduğuna çok inanmıştım ya da kendimi öyle şartlandırmıştım. Şimdi geriye dönüp baktığımda sezaryeni bana bu kadar "öcü" olarak gösteren şeyin okuduğum "bazı" bloglardaki "normal doğum yaparsanız iyi anne olursunuz" söylemlerinin olduğunu daha iyi anlıyorum.
* Kitaplardaki bilgileri okudukça gerçekten aydınlandım, kabul. Ancak bu bilgilerin "gerçek" olmadığını anlamam da ortalama yarım annelik ömrümü aldı.
* Kitaplar demişken, sanırım beni en çok bunalıma sokan kişi mükemmeliyetçi Tracy abla oldu.Kendisi bence başak burcuymuş, Allah rahmet eylesin. Annemden alıntılar gördüm onda :) "Ama şekerim doğumdan 3 hafta sonra bile pijamayla dolaşıyor olamazsınız"!!! 3 ay ve sonrasında da gayet pijamalıydım ki ben. Bu durumla gurur duymuyorum ama şartlarım böyleyken de kendimi kitaba uydurmam biraz tuhaf kaçardı herhalde.
*10.günden 4,5 aylık zamana kadar kolikli hayatımızda zamanın 16.55'de durmasını çok istedim ya da direk 23.05 olmasını...
*Kolik zamanı sığındığım bir cümle vardı: "Allahım Elife sağlıkla kavuştuğumuz için şükrediyorum." Sanırım bu cümle olmasa sığınamazdım bir yerlere.
* Koliğin hiç ama hiç geçmeyecek bir şey olduğuna inanmaya başlamıştım.
* Bence en takıntılı olduğum konu,uyku. Elif uyumadıkça uyku eğitimi, danışmanlık,parkta yorma, kucakta sallama,ayakta sallama, arabasında gezdirme, slingde denemeler şeklinde biraz (!) kendimi yıprattım. En büyük itirafım da bu olsun.
*"Normal"i nasıldır bu işlerin hiç bilmiyorum ama uyku saatlerine fazla mı uymaya çalışıp hayatı kendimize dar ediyoruz diye düşünüyorum bazen. Çünkü bazı günler hiç geri gelmiyor. Elif 5-6 aylıkken bir arkadaşımızın diş buğdayına gitmiştik, pastayı yemeden kalktık çünkü Elifin uyku saati gelmişti.Çok sevdiğim bir arkadaşım olunca, hala üzülürüm bu duruma, ne kadar ayıp ettik diye :/
* Uyku konusu hemen takıntılı olduğum hem üzerinde en çok uğraştığım hem de bir arpa boyu yol gitmişken geri yola düştüğüm bir handikap olarak bu itiraf bölümünde bulunsun.Annelik itiraflarımın incisi kendisi :)
* Kendimle ilgili o kadar çok şey keşfettim ki bu süreçte. Sabırsız bilirdim kendimi, o kadar da değilmişim. Dayanıksız bilirdim, sandığımdan daha dayanıklıymışım yahu, aferin bana :)
* Ek gıda sürecinde Elif aç kalacak diye endişeleniyordum çünkü gerçekten hiçbir bilgim yoktu. sebze püresi dendiğinde neyi kastediyorlar onu bile bilmiyordum,öğrendim.
* Her annenin belli konularda takıntılı olabileceğini keşfettim ve tabii ASLA hiçbir anneyi yargılamamayı...
* "Organik" yiyecekler konusu kafamda hala çok net  olmadığından Elif, biraz memleketten gelenler biraz da bildiğimiz marketlerden ne bulursak ondan yiyor. Yoğurdu mayalamayı denedik, uğraştık,makinesiyle bile kıvamı tutturamadık, şu hiç tavsiye edilmeyen market yoğurtlarından yiyoruz evcek.
*Yiyecek konusunda itirafım çok aslında, hepsini yazmayayım ama sınırlarımı çok genişlettiğimi gördüm. Ve itiraf ediyorum, rahatladım. Oh be!
* Temizlik, titizlik konusunda tam beklediğim gibiyim. Annem gördükçe deli oluyor :) Annem Elif'e bakarken kendi çocukluğuma bakıyorum sanki, nasıl mikropsuz bir ortamda büyüdüğümü ve doktorların "sizi fanusta mı büyütmüşler?" lafını anlayabiliyorum. Anlam veremediğim nokta ailemden nasıl bu kadar farklı olduğum? Elifin yemek süreci, etrafa fırlatmaları, kirli elleriyle bir şeyler yemesi, o elleri bir yerlere sürmesi vs beni hiç rahatsız etmiyor, sadece güldürüyor ne yapayım :)
* Etrafımda bu kadar çok "anne/arkadaş" olabileceğini hiç düşünmezdim. Çoğu sanal ortamdan tanıştığım insanlar ama ben onları hiç "sanal" hissetmiyorum. Çocuklarının sanki ablası/teyzesiyim gibi hissediyorum :)
* Elifin yaşadığı ilk şeyleri görebildiğim için binlerce şükrediyorum. Yürümeye başladı ve o gözlerindeki cesaret parıltısını fotoğraflayabilmek isterdim.
* Annelik "çok aşırı zor"zannediyordum ama değilmiş. Bazen bunun iki katı daha zorken bazen de o kadar eğlenceliymiş ki ortada zorluk falan kalmıyormuş,ne ilginç.
* Vicdan dediğimiz hissin en yoğun olarak annelikte yaşandığını iddia ediyorum! İnsan bir şeyi yapsa bir dert yapmasa ayrı vicdan
* Günümüzdeki annelik anlayışlarını sorguladığımda şunu gördüm: aşırı hassasiyet gereksiz bir pimpiriklilik var hepimizde. Ve bu yüzden de bir şeyleri koyverip yaşayamıyoruz o an'ı ve anneliğimizi. "Doğal"mı bağlanmalı yoksa dolambaçlı mı?Çocuğu kaç yaşına kadar nerede,nasıluyutmalı, 3 gün kuralına uymazsak zinhar olmaz, yogasına aktivitesine oyun grubuna da katılmalı,mümkünse tammm zamanında emzik/biberonu/emmeyi bırakmalı, hiç bir şey için geç kalmamalı ve tüm bunları yaparken de an'ın tadını çıkarmalıyız. Yok, bu kısmı atlayalım.Gerçekçi bile değil. Fırınları kirli olup çocukları mutlu olan annelerden olmak istiyoruz bence hepimiz. Ama işte hayat şartları! Anneliğini en "doğal" yaşayanların "fazla uyarıcıya maruz kalmayanlar" olduğunu düşünüyorum. Siz buna köydekiler deyin veya kasabadakiler. Etrafımızda o kadar çok "bunu yapmayın şunu yapın" diyen var ki bu savrulma haliyle daha ne kadar sürükleneceğiz bilmiyorum.
* Bulduğum oyunları, aktiviteleri bolca yaparız diye düşünmüştüm, şimdiye kadar pek yapamadım. Ama şu oldu: Elif birkaç kitabını kapıp kucağıma yerleşiyor ve okumamı işaret ediyor. Bu duyguyu sanırım hiçbir aktiviteye değişmem. Bir de park bahçede elleriyle keşfettiği şeylerdeki heyecanı...
* Elifin büyümesini ve birlikte resim yapmayı sabırsızlıkla bekliyorum. Duvarlara neden çizim yapılamayacağını nasıl açıklayacağım acaba diye düşünürken geçen gün aklıma geldi, bu benim fikrim değildi ki en başından beri. O halde duvarlara birlikte el izi bırakmamızı ne engelliyordu? Bekle bizi boş koridorlar, duvarlar :)
* Anneliğimi tanımlayacak olsam sanırım "dağınık, rahat, uykusuz, keyifli bazen de kontrol çıkmış" derdim.

Siz de belki bir şeyler itiraf etmek isterseniz.
Şşşttt aramızda :)
Rahat anne eşittir mutlu bebek fotosu, Uşak, bir köy

Devamını oku »

23 Mayıs 2015 Cumartesi

Bu Aralar: Biraz Temizlenme Vakti

Genelde bahar mevsimi gelince bana bir haller olur, yüklerimden kurtulmak isterim. Fazlalıklar, ağırlıklar gidince de rahatlarım.
Öncelikle kıyafetlerden başladım bu sene. 5 büyük boy poşet kıyafet ayırdım ve ihtiyaç sahiplerine verdim, mutlu oldum. Dolabıma bakınca şunu dedim: "Oh be, rahatladım." Zaten o kıyafetler varken de giymiyordum,topu topu 4-5 aynı kıyafet arasında dönüp duruyordum. Yenilerini almaya aslında hiç niyetim yoktu lakin olaylar pek öyle gelişmedi. Kıyafet alışverişinden inanılmaz derecede nefret eden ben, kendimi yengeçli rahat bir pantolon almış buldum :) Ama çok şirin...
Yakın zamanda evdeki kıvır zıvır vb şeylerden de gözüme gönlüme ağır gelenleri göndereceğim. O da aklımda.
Bir de blog vardı, son zamanlarda çok "yüklü"görünen gözüme. Biraz daha sadeleştirmeye çalışıyorum bu dönem. Tasarım canım Özlem'e ait, baktıkça gülüyorum ve çok seviyorum bu çizimi. Kategorilerimi azalttım. Çocuk kitaplarına alt kategori yapmak istiyordum, kod html vs anlamayınca yapamadım :) Eski yazılarımın da tek tek-vakit buldukça- üstünden gidiyorum. Güncelliyorum, taslağa kaldırıyorum veya siliyorum.Bir nevi yenilenme vakti yani blogum için.
Elifle ilgili ek gıda, uyku, 1. yaş vb yazılar için notlarımı güncelliyorum,umarım bir gün yayınlayabilirim :)
Bu ara zihnimi boşaltan şey yine okumak. Her fırsatta ve ne bulursam okumaya çalışıyorum. Kitap, dergi,blog bu listenin en başı tabii. Son okuduğum kitapları buraya yaz(a)mıyor olmaktan hala suçluluk duyuyorum. Dergi listemin ilk sırasında Dünyalı var. Araştırmacı Çocuk'u da seviyorum. Son dönemde Kafka Okur dergisi hoşuma gidiyor. Eskiden Penguen alırdım, Semracan için, fark ettim ki uzun zamandır almıyorum. Bir de kendime bile komik gelen bir şeyi itiraf etmiş olayım: Evim dergisi alıyorum 2 aydır. Baktım ki ev ile ilgili şeylerden ciddi anlamda anlamıyorum. (yani keşke biri benim yerime halı,perde vs seçse) Ben de fikir edinmek için bu dergiyi aldım. Bu dergiyi küçümsediğimden falan da değil olayın komikliği, beni tanıyanlar niye olduğunu anlamıştır, hani o kadar alakam yok ki ev ve düzen vs işleriyle. Elifin odasına, girdiğimiz ilk perdeciden kadının gösterdiği ilk seçeneği aldık mesela. perde dediğin şeyin biraz daha gezilerek alınması gerektiğini, çok renkli olursa odayı kalabalık gösterdiğini ve benim her baktığımda içimin dolduğunu vs yeni tecrübe ettim.Bir de terimleri öğrenmek için aldım "evim" dergisini işin aslı. Mağazaya gittiğimizde sorulan sorulara "o ne ki" demekten bıktım :) Örnek vermek istemiyorum şu an, "yuh esra"demeyin diye:) Hani bazı insanların doğuştan bir yeteneği olur, uyum renkler düzen uydurabilir...İşte hayranım ben o insanlara. "Ben niye yapamıyorum" diye düşündüm geçen gün. "Farkında bile değilim ki" diye cevap verdim kendime. Yani perdenin "stor" olanı, "zebra"olanı, çift ya da tek dikişlisi ya da teğellisini ben görmüyorum bile. Hani öküz erkekler vardır ya "saçım nasıl olmuş"dersin de "saçın da bir şey mi var"der... İşte ben bu ev, düzen, kıyafet konularında öyle olduğuma karar verdim. Ama bence kötü niyetli de değilim, sadece biraz dalgınım ve cidden görmüyorum çünkü aklım hep bambaşka yerlerde oluyor. Aslında bu da oldukça kötü bir şey, "an'ı yaşamak" olgusuna ters düşüyor. Sadece bulunduğum an'da olamama olgusu benim hep yaşadığım bir şey,o yüzden de artık garipsemiyorum.Neyse ki geçen hafta kardeşim Eda geldi de bana bir"ne neyle giyilir" turu yaptı :) Mesela şu meşhur yengeçli pantolonumu neşeli bir t-shirt ile giyersem "cool" oluyorum, düz bir body ile giyersem "yataktan az önce çıktım, bu pijamalarımı da çok seviyordum o yüzden bunlarla geldim" mesajı veriyorum. Bu ara görüştüğüm insanlar hep aynı şeyleri görecek yani üstümde, çok neşeli :) (Bir de ben kot pantolon dışında rahat bir pantolon grubunun da olduğunu-yaz için- bilmiyordum, ne ara üretilmişler,efil efil ne güzel :)

Ve gelelim asıl kaçmak istediğim konuya: annelik mevzusu. Bir taraftan kafam dolu dolu karmakarışığım diğer taraftan "bu yaşadıklarım herkesin başına geliyor, yalnız değilim, sadece anneyim" diyecek kadar rahatım. (Son zamanlarda okuduğum beni en çok rahatlatan yazılardan biri de bu) Bu yazının devamını anne olanlar okumasın çünkü yeni bir şey yazmayacağım, anne adayları da okumasın ki gözleri korkmasın, bekarlar sırf meraktan okuyabilir :)

Annelik konusunda zaman zaman öyle tökezliyorum ki duvara çarpmış gibi kalakalıyorum. İşin ilginci yine kendi kendime çıkış yolu bulabiliyorum ve bundan da büyük mutluluk duyuyorum. Sanırım şunu kabullendim: annelik, ömür boyu sürecek bir kişisel gelişim süreci. Yani o kadar çok bilmediğim yönümle tanışıyorum ki "sen de mi burdaydın"diye gülümsüyorum çoğu kez. Bir şeyleri başardığımda yani sorunu halledebildiğimde de çok gurur duyuyorum kendimle. O yüzden de yolun inişli çıkışlı olmasına alıştım(sayılır) Tam yaş dönemecinden beri Elif de oldukça değişti. O değiştikçe biz de yeni hallerine ayak uydurmaya çabalıyoruz. Aslında her çocuk gibi yani çok "farklı"bir yanı yok. Uyku, iştah, keşfetme merakı, inat, öfke nöbetleri vb inişli çıkışlı gidiyor. Biz de kendi analık-babalık hallerimizi keşfediyoruz, olan bu :) Yani bu kadar basit. Bu, fotoğrafın üst çekimi. Biraz daha detay çekimlerde ise uykusuz kaldığı günlerde sabrı azaldığı için kendini oldukça kötü hisseden ve çocuğuna sert cümleler kurduğunda vicdan yapan bir acemi anne var. Tanıdınız mı? Bana benziyor sanki... Bazen de benzemiyor. Yani "amanın, o cümleleri ben mi kurdum, vay bana vahlar bana" diyorum. Oyun kurmayı çok beceremem belki ama oyun oynamayı ve çocuklarla vakit geçirmeyi severim. Geçen gün parkta Elifin 2,5 yaşındaki bir kız ile keyifle oynadığına tanık oldum,nasıl mutlu oldum anlatamam. "Merhaba, ben Seniha, sizin adınız ne?" diye yanıma gelen bu sarı-kıvırcık kıza Elif kendi dilinde anlaşarak kum verdi, Seniha da onları tencerede toplayarak bize makarna yaptı :) Çok şükür havalar ısındı da parkta bolca vakit geçirebiliyoruz, Elif istediği kadar debelebiliyor. Elif de kuşları çok seviyor. "Aa bak kuş gelmiş" dediğimde Seniha "Onlar kuş değil, güvercin" diyerek beni gülümsetti. Ama asıl bomba şuydu, yanındaki kovayı(içi de boştu) kafasına geçirip şapka yaptı ve o kadar tatlı oldu ki ben kahkaha attım.Uzaktaki bakıcısı da koşarak yanımıza gelip "Senihaaa, naapıyorsuuun" diyerek hemen o "pis" şeyi kafasından çıkardı. Bir de "doğal olarak" parkta koşmak isteyen çocuğa bakıcının "parkta sadece yaramaz çocuklar koşar" demesi cidden beni düşündürdü.Biliyorum çocuk emanet olunca işler farklı oluyor ama çocuk parkta da koşmayacaksa acaba nerede koşacak? (Bu yazıya sıkıştıramayacağım bir başka yazının konusu da eleştirmek... Bu ara bunu sık yapar olduğumu gözlemledim, kendime çeki düzen vermeliyim.Hem eleştirdiğim şeyi yaşamak zorunda kalmayayım da :)
Nereden başlayıp nereye geldiğimi okurken fark ettim, kafam yine dağılmış ya benim :) Etrafımda olan biteni görmediğimi bugün daha iyi anladım. Geçen gün sevdiğim bir arkadaşıma benim meşhur kurabiyeden yaptım, o gün bir şey fark etmedim. Bugün -ne hikmetse- canım tatlı çekti, Edadan basit bir yoğurt tatlısı tarifi aldım, yaptım."Bu mikser değişmiş sanki" dedim ama kullanırken sebebini anlayamadım. İşim bitip de mikserin ucunu temizlemeye çalışınca anladım ki mikserin ucundaki 2 adet yardımcı karıştırıcı "doğru" olanlar değilmiş!!! "Amanın bunlar ne ki" dedim. Sanırım mikserle uyumlu olan farklı uçlar ama kim bilsin ne işe yarıyorlar ve ne kadar süredir ben onları kullanıyorum??!!
Vaktim varken uyumak yerine bloga yazı yazıyorsam bil ki çok dolmuşum :) Allah sağlık versin, şükür sebepleri versin, gerisi boş aslında değil mi? Yazdığım şeyleri sonradan okuyunca "incir çekirdeği" olduklarını fark edip sevinmek için mi yazıyorum acaba, sahi ben neden blog yazıyordum? 
Onu da bir sonraki yazıda paylaşayım :)
*Rodari-Alis Masallarda kitabından sevdiğim bir görsel :)

Devamını oku »