Drop Down MenusCSS Drop Down MenuPure CSS Dropdown Menu




13 Kasım 2015 Cuma

Önemli An'lardan Biri

Az sonra dün sözünü ettiğim buluşmaya doğru koşuyor olacağım, şansım yaver giderse ayaklarımın altındaki zemin ile bağlantım kopar ve ben biraz da uçarak buluşmaya gidebilirim.
Aman yarabbim çok heyecanlıyım.
Konuşabilecek miyim acaba yoksa sadece "kem küm" deyip sırıtacak mıyım :)
İnsanın hayatında böyle önemli an'lar, günler vardır. Bu hislerimi sonrasında yazsam muhtemelen sadece "heyecanlandım" derdim. Ama o kadar basit değil hislerim.
Hani nasıl desem, içimden miyavlayıp gaklamak geliyor :)

Benim gönderdiğim postcrossing kartlarından biri :)
Bana şans dileyin...

Devamını oku »

12 Kasım 2015 Perşembe

Günün Mutluluk Sebebi 14: Hediyeler/Yeni Kararlar

Bir önceki mutluluk sebebini okudum şimdi, aa ne güzel şeyler yaşamışım dedim :) Yazmak bu yüzden iyi bir şey, hafızama güven(e)miyorum çünkü.
Geçen zaman kısa olsa da içine bir dolu "mutluluk sebebi" sığmış meğer, hangisinden başlayacağımı şaşırdım(çok şükür)
Bu hafta galiba hediye haftasıydı, kiminle görüştüysem bana hediye almıştı. Çok şaşırdım ve çok sevindim. Ben bu ara görüştüğüm insanlara yere düşen kırmızı yapraklardan hediye ettim yalnızca :)
İlk olarak beni çok şaşırtan bir sürprizle başlayayım. Kumkurdu'nu orijinal dili olan İsveççe'den okumak istiyordum. Bir arkadaşım sana bir çocuk kitabı almak istiyorum, ne alsam bilemiyorum demişti. Ben de Kumkurdu kitabının İsveççe'sini istedim. (Yurt dışıyla bağlantısı var) Bulabileceğini açıkçası pek beklemiyordum ancak bulmuş, sahiden çok şaşırdım. "Ama İsveççe bilmiyorsun ki, bu kitabı ne yapacaksın?" diyenlerin henüz Kumkurdu ile tanışmamış olduğunu düşünüyorum :)

Geçen hafta postacımız sağ olsun biriktirdiği mektup ve kartlarımı bırakmış, kendisinin 2 haftada bir bize uğradığından şüpheleniyorum.(aslında eminim) Posta kutumda inanılmaz güzel şeyler vardı. İyi ki postcrossinge üye olmuşum ve iyi ki çok tatlı mektup arkadaşlarım var, dedim. Şirin bana "kırmızı balık" göndermiş, her gün kullanmak istiyorum ama kullanmaya da kıyamıyorum.
Balık çok tatlı değil mi?
KKK buluşmamızda Zeugma bez çantama kavuşmuş oldum, hiç aklımda yokken hem de. Yeni kitap çantam o oldu, baktıkça mutlu oluyorum.
Canım Gamze'den merak ettiğim bir kitap "Şemsiye" geldi dün, henüz Elifle okumadım ama sözsüz bir kitap olduğu için eminim favorileri arasına girecektir :)

Haftanın bombalarından biri Özlemden geldi: RD Tavkimi ve Ayı Peddington. RD Takviminin ilk sayfasında "en sevdiğim RD kitabı" duruyordu. (teknik olarak bu sıralamada 1. sırayı 3 kitap paylaşıyor ama olsun :) "KSD"yi görünce çok mutlu oldum.
Pelin'in bana yy önce hediye ettiği defterleri hangi amaçla kullanacağıma karar verdim. O da çok iyi oldu. Küçük olanını "mektup defteri" yaptım, büyük olanının sırrı bende :)
Bu yazı biraz hediyelerimi sergiledim gibi oldu ama bu hafta sahiden biraz böyle gelişti ve her biri ayrı ayrı çok mutlu etti beni.
Geçtiğimiz gün iş yerinden bir arkadaşım bana elma verdi bahçeden diye. Ben de ertesi gün ona satıyor mu acaba diye gittim. Satmıyormuş çünkü başkasından almış,o kişiye gittik. O da satmıyormuş, bana bir koca poşet elma verdi karşılıksız. Biraz çekindim ama elmalar cidden çok güzel.
Geçen haftanın en şahane gelişmelerinden biri sanırım "Kürk Mantolu Madonna"yı okumuş, sevmiş ve içinde kaybolmuş olmam oldu. Hala etkisindeyim :)
Kendimle ilgili iki güzel gelişmeden de bahsedeyim. Hatta üç oldu sanırım, sayamadım şimdi. Yazınca anlarım :)
Çalışma masama "sonbahar köşesi" yaptım. Ve bu köşeyi her gün yenilemeye başladım. Yeni yapraklar getiriyorum masama, eskileri de hediye ediyorum veya geçen gün yaptığım gibi postcrossingde mektubun içine koyuyorum.(alan kişi bana deli demezse iyi tabii)
Meşhur elma :)
Kendimle ilgili olarak hastalıktan beri uygulamaya çalıştığım şey, aldığım yeni kararlar oldu. "Üşenmeme", "ertelememe", "yavaşla","sadelik" ve "kendine bakma" Tek tek altlarını doldurmayayım şimdi ama daha önce bu tarz kararlar alıp en fazla 3 gün uygulayabilmiştim. Şimdi ise 10 günü geçti :) Heyoooo :) *Kendime bir ödül vermeliyim birkaç ay geçince(bir kahve mesela)
Veee gelelim üçüncüye...
Bu daha yepyeni bir gelişme.
Dün akşam Elif'i ayağımda sallarken midemde bir bulanma kafamda bir dalgalanma yaşadım (sonradan aklıma Miguel geldi cidden :) ve ardından sahiden de kafamın üzerinde bir ampül yandı: "Neden olmasın?" diye. Elif'i uyuttum, karabalığın yanına koştum, fikrimi söyledim, çok mu saçma diye. "Yoo" dedi ve hayal kurmaya başladık. Derken saat ilerledi, arada Elif uyandı geri uyuttuk vs derken sabah bir coşkuyla uyandım. Hatta gece şöyle bir şey oldu, ben bir ara Elif'in yanında uyuyakalmışım, karabalık gelip uyandırdı, yatağıma yatınca "hii saat çok geç olmuş, sen niye hala uyumadın" diye kızdım. O da dedi ki "sen uyuyalı zaten 15 dakika oldu"!!! Ben şok tabii, içime Miguel kaçınca ne olduysam artık o heyecandan :) Ne olduğu henüz netleşmediği için şimdilik yazmayayım ama ben bu fikri çok sevdim. Özeti şu: Hayatta çok istediğin bir şeyin bir anda ve en mükemmel haliyle kucağına düşmesini bekleme, küçük de olsa bir yerden başla...
Geçenlerde bahsettiğim şu paragraf:
"Bu hafta ise "arkadaşım" diyemeyeceğim ama benim için çok özel biriyle buluşacağım(inşallah) Onu da bir sonraki sefere yazarım. Yanında "this is zemin"den öte konuşmayı becerebilirsem diyaloglarımızı da yazarım ama yanında "gaklayıp miyavlayabileceğim" biri olduğunun ipucunu verebilirim :)" henüz gerçekleşmedi, kısmet olursa yarın buluşacağız, çok aşırı heyecanlıyım, bana şans dileyin.













Devamını oku »

11 Kasım 2015 Çarşamba

Dünya Çocuk Kitapları Haftası Kutlu Olsun!

Çocuk kitaplarını çok seviyorum.
Çocuk kitaplarını okurken bambaşka bir dünyada olmayı, hayallere dalmayı(hatta bazen oradan hiç çıkmamayı), yepyeni insanlarla (karakterlerle) tanışmayı, onlarla sevinmeyi ve onlar için üzülmeyi(dertlerine ortak olmayı), baskısı bitmiş bir kitabın peşine düşmeyi, sevdiğim kitabı herkese zorla okutmaya çalışmayı (öneri diyelim biz ona), kitap sever arkadaşlarla buluşup kitaplar hakkında sohbet etmeyi, kütüphanemdeki kitaplara bazen sadece bakmayı bazen de onlarla oynamayı, çocuk kitapları sayesinde tanıştığım tatlı insanları, bu tutkuyu içimde hissetmeyi seviyorum :)

Görseli karabalıkla beraber hazırladık :)
Bir hafta boyunca (11-18 Kasım) bu yazının altına "çocuk kitaplarını neden sevdiğini" yazan 1 kişiye sürpriz bir çocuk kitabı hediye edeceğim.

Geçen sene ve ondan önceki sene de kutlamayı unutmamışım, yaşasın :)
Uzun zamandır üzerinde düşündüğüm bir şeydi, "en sevdiğim çocuk kitabı" acaba hangisi diye. İleride cevabım değişir mi bilmiyorum ama şimdilik Kumkurdu "en sevdiğim, beni en çok etkileyen, hep baş ucumda durmasını istediğim" kitap :)
Kütüphanedeki Aslan "okul öncesi" kategorisinde en sevdiklerimden biri.
Kitapkurdu Lily ise baskısı bitmiş ancak çok merak ettiğim bir kitaptı, sağ olsun Akça sayesinde ona da kavuşmuş oldum.
Yakın mıdır acaba benim kendi çocuk kütüphaneme kavuşmam, ne dersiniz :)
Devamını oku »

10 Kasım 2015 Salı

Kürk Mantolu Madonna

Bu kitabı okumadan çok önceki düşüncem:
"Herkes okumuş, okuyor, merak ediyorum ama emin değilim nasıl olduğundan, sever miyim acaba, yok ben kesin yarıda bırakırım, fazla "edebi" eser sevmiyorum, yanında kahveli fotoğrafının 5 liraya verildiği karikatürden sonra kapağın yüzü eskidi bende."
Yavaş yavaş kitabı merak edip almaya niyetlendiğimdeki düşüncem:
"Sanırım vakti geldi, Kürk Mantolu Madonna'yı kitaplığıma koymalı ve yakın bir zamanda okumalıyım. Merak ediyorum."
Biraz zaman geçer...
"Tam alacaktım ki başka kitaplar araya girdi."
Derken, günlerden bir gün siparişime "evet" dememe tam olarak 1 adım kala durakladım ve akşam Elif ile buluşacağımız aklıma geldi. Nedense ondan güzel bir kitap önerisi duyacağımı düşündüm. Akşam buluştuk ve konu tabii ki kitaplara geldik. Bu ara neler okuyorduk, bizi hangi kitaplar çok etkilemişti vs. Elif birden gözlerinde daha önce hiç görmediğim bir ışıkla "Kürk Mantolu Madonna" dedi. "Okudun mu, ben de merak ediyordum" dedim. "Beni en çok etkileyen kitaptır, ben böyle bir aşk hikayesi okumadım hiç." dedi. Aynı ışık bana da geçmişti. Gecenin 10unda nöbetçi kitapçı bulsam kitabı alacaktım. Ertesi gün siparişimi tamamlarken daha önce başıma hiç gelmemiş bir şey yaşadım. "Kürk Mantolu Madonna"yı sepetime ekliyor fakat alışveriş listemde adını göremiyordum. Başka bilgisayarlarda bile denedim, olmadı. O an şunu hissettim: Yapı Kredi Yayınlarının dükkanından kitaba dokunarak bu kitabı almalıydım!
Geçtiğimiz hafta iyileştikten sonra kalan 1 günde kendimi "YKY"de buldum. Kitapların yerini artık ezberlediğim için doğruca Sabahattin Ali rafına gittim ve elim titreyerek kitabı aldım. Neden elim titredi bilmiyorum. Çok heyecanlanmıştım.
Kitabı alıp çantamda taşırkenki düşüncem:
"Çok değerli bir hazine var çantamda, hemen mi okusam yoksa uygun bir an mı beklesem?"
O akşam kitaba başladım, ertesi gün yarısındaydım, diğer gün(dün gece) de bitirmiştim. Bölüntülü okumak resmen sinir sahibi yaptı beni. Arabada normalde asla kitap okumam, midem bulanır. Dün sabah eşime kızdım, kırmızı ışıkta hemen geçme, az bekle diye :) Dün gün boyu okuyamayınca da Elif'i uyutup yatağa uzandığımda saat 12yi geçiyordu. Çok uykum vardı ancak hiçbir uyku beni bu kitaptan mahrum bırakamaz diye düşünerek kitabı açtım ve kapattığımda saat tam 2ydi. (Saat 2 = Şirin)
Kitabı okurkenki düşüncem:
"Bir insan evladı(ben) ön yargıları sebebiyle (yok herkes okumuş yok kapağın yüzü eskimiş vs.) böylesi bir hazineyi kaçırıyor ya, ben daha ne diyeyim kendime..."
"Aman Tanrım, bu adam nasıl yazmış böyle?"
"Ben bu kadar sürükleyici bir aşk romanı, bu kadar içinde yaşadığım derinlikli bir aşk hikayesi okumadım."
Kitabı okuduktan sonra (ve son sayfalarda):
(Bolca ağıt) "Birini aramam lazım ama saat 2. Kitabı okuyan birileriyle konuşmam lazım. Ama saat 2. Elif'e çok borçlandım. Kitaba resmen onun sayesinde başladım. Elif'i arasam? Ama saat 2. Sabahattin Ali'yi kim sever? Özlem tabii ki! Özleeeemmm böhüüüüü"
O ara Özlemle mesajlaştık, yanımda olsa kesin sarılırdım. Ben bir ağla ağla.Ki bu satırlarda bile ağlıyorum  :(
Sabah sabah karabalıktan yorum: "Sen bu kitaptan çok etkilendin."
Benden cevap: "Hadi canım! Nasıl anladın?"  (Bu erkekler biraz saf mı oluyor ne?)
Bu arada kitabın yarısına geldiğimde bir de şunu hissetmiştim. Bu kitabı tüm sevdiklerime armağan etmeliyim. Bu amaçla sevdiğim arkadaşlarıma mesaj attım, Kürk Mantolu Madonna'yı okudun mu diye. Ve fark ettim ki dünya üzerinde okumamış olan bir ben kalmışım.(tamam biri daha var, ismini vermeyeyim, neyse ki birini buldum) Bu sefer de o arkadaşlarıma kızdım mı: "Neeeaaay, okudunuz, sevdiniz ve beni uyarmadınız mı? Yahu insan bir kaş gözle bu kitabı mutlaka oku yoksa geçen zaman aleyhine işliyor vs." demez mi? Demediler :)
Bak bir de şöyle bir şey olmuştu, onu yazmayı unuttum. Nilayla telefonda film, dizi sektöründen bahsediyoruz(ki ben sadece "hee" diyebiliyorum, konudan aşırı uzaktayım) Bana dedi ki "Kürk Mantolu Madonna"yı filme çekmeye çalıştılar ama olmadı. O derinliği veremezler zaten..." Yaklaşık 1 sene önceki bu bilgi, kitabı okuduğum her an aklımdaydı. (Sanırım filme yine de çekilecekmiş ama ben izler miyim bilmiyorum, Filiz sana sevgilerimle)
Kitabı hiç okumamış birileri bu satırlara kadar gelebildiyse tebrikler, kitaptan bahsetmeye şimdi başlayabileceğim :)

"Şimdiye kadar tesadüf ettiğim insanlardan bir tanesi benim üzerimde belki en büyük tesiri yapmıştır." Kitap bu cümleyle başlıyor ve tek bir cümleyle beni içine almaya yetiyor. (Ön yargılarım: Hani bu kitap "edebi", "sıkıcı" olacaktı?) Bu cümleden sonra kitap nasıl ilerledi, ben kitabı okudum mu yoksa su gibi içtim mi anlayamadım. Yeniden tekrar okumak isterim kesinlikle. İşte o ara Raif Efendi ve Maria ile tanıştığımı hatırlıyorum. Raif Efendi'yi en baştan itibaren çok sevdim. O ürkek, içe kapanık, çekingen halini kendime çok benzettim. Hikayenin kurgusu da beni çok etkiledi. Dil ve üslup ise gerçekten duvara çarptırdı. Evet ön yargılarımdaki gibi "edebi" bir metindi ancak asla sıkıcı değildi. Okudukça kalbimden içeri doğru bir şeyler aktığını hissettim. Uzun zamandır böyle bir hikaye okumamıştım. Karşılaştırma yapmak ne kadar doğru olur bilmiyorum ama orta okuldayken annemin bir arkadaşı bana Kurt Seyt ve Shura kitabını vermişti. En son oradaki aşktan bu kadar etkilendiğimi hatırlıyorum. (tabii bunda benim yetişkin edebiyatından bir hayli uzak kalmış olmamın da etkisi var...)
İnsanlar hakkındaki yorumları bence çok güzeldi:
"Dünyanın en basit, en zavallı, hatta en ahmak adamı bile, insanı hayretten hayrete düşürecek ne müthiş ve karmaşık bir ruha maliktir."
"Demek ki insanlar birbirine ancak muayyen bir hadde kadar yaklaşabiliyorlar ve ondan sonra, daha fazla sokulmak için atılan her adım daha çok uzaklaştırıyor."
"Kadın sevebileceği zaman sevmiyor, ancak tatmin edilmeyen arzulara üzülüyor, kırılan benliğini tamir etmek istiyor, kaybedilen fırsatlara yanıyor ve bunlar ona aşk çehresi altında görünüyordu."
"Zaten küçüklüğümden beri saadeti israf etmekten korkar, bir kısmını ilerisi için saklamak isterdim..."(aynı ben)
"Muhakkak ki bütün insanların birer ruhu vardı, ama birçoğu bunun farkında değildi ve gene farkında olmadan geldikleri yere gideceklerdi. Bir ruh, ancak bir benzerini bulduğu zaman ve bize, bizim aklımıza, hesaplarımıza danışmaya lüzum bile görmeden, meydana çıkıyordu... Biz ancak o zaman sahiden yaşamaya-ruhumuzla yaşamaya- başlıyorduk. O zaman bütün tereddütler, hicaplar bir tarafa bırakılıyor, ruhlar birbiriyle kucaklaşmak için, her şeyi çiğneyerek, birbirine koşuyordu." (En sevdiğim bölüm)
"Bir kelime ile, ona yakın olacaktım."
"İkimiz de birer insan arıyoruz, kendi insanımızı..."
" Evden çıktıktan sonra bir şey unuttuğunu fark ederek duraklayan, fakat unuttuğunun ne olduğunu bir türlü bulamayarak hafızasını ve ceplerini araştıran, nihayet, ümidi kesince, aklı geride, ileri gitmek istemeyen adımlarla yoluna devam eden bir insan gibi üzüntülüydüm." (yazarın bu tasviri nasıl yazmış olabileceği hakkında üzerinde çokça düşündüğüm bir cümle)
"Kaybedilen en kıymetli eşyanın, servetin, her türlü dünya saadetinin acısı zamanla unutuluyor. Yalnız kaçırılan fırsatlar asla akıldan çıkmıyor ve her hatırlayışta insanın içini sızlatıyor. Bunun sebebi herhalde "Bu öyle olmayabilirdi!" düşüncesi, yoksa insan mukadder telakki ettiği şeyleri kabule her zaman hazır." (Çok doğru olduğunu hissettim)
"İnanacak adam"- (Bu ifade...)
Kitap bittikten sonra ağlamalarım arasında bir de kendime "ahmaksın sen" dediğimi hatırlıyorum :) Ön yargılarım sebebiyle kendimden uzak tuttuğum bu kitap meğerse kalbimin derinliklerinin önemli bir hazinesini saklıyormuş. Bazı kitapların farklı kapak tasarımlarını, eski baskılarını topladığımı ve onları aramaktan mutluluk duyduğumu söylemiştim sanırım. "Kürk Mantolu Madonna" da benim için onlardan biri oldu. Nadir kitaptaki uçuk fiyatlara aldırmadan hislerime güvenerek eski baskıların, kitapla ilgili notların peşine düşeceğim. Normalde paylaşmıyorum ama sanki bir insan bana güvenerek kendini en ince ayrıntısına kadar anlatmış gibi hissettiğim için, bu kitap için bir istisna yapıp, okuduktan sonra kitaba yazdığım notu paylaşacağım.

Sabahattin Ali'nin tüm eserlerini bir an evvel okuma isteği duydum, "geç kalmadım" sanırım, belki de "tam vakti"... Ne dersiniz?
*Sabahattin Ali'nin hayat hikayesini okuyabileceğim kitap önerisi olan var mı?
** 9 sene önce Sinop Cezaevinden çok etkilenmiştim ama şimdi anlıyorum ki "içim boş" etkilenmişim. Yeniden gidip görmek lazım belki.

Dışarda azgın dalgalar
Gelir duvarları yalar
Seni bu sesler oyalar
Aldırma gönül aldırma






Devamını oku »

7 Kasım 2015 Cumartesi

Hayallerimin Kitapçısı

Kitapları çok seven hemen herkesin hayalidir sanırım bir gün bir kitapçı sahibi olmak. Sıcak bir atmosferde elinde kahve kupası gelen gidenle sohbet edip kitap okumak... Kare'de çalışmamış olsaydım belki daha romantik cümleler kurabilirdim ama biraz işin içine girince romantizm ışıkları anında sönüyor ne yazık ki. Belki de bu yüzden benim hayalim bir kitapçı değil de bir kütüphane. "Çocuk kütüphanesi" hatta :) Hani mesajlar yanlış gitmesin sevgili evrene :) Bu kitabı geçtiğimiz haftalarda Yağmurda gördüm ve çok merak ettim. (Gamze, senin de tavsiye ettiğini düşünmüştüm ama yanlış hatırlamışım) Bir süredir gece kitabı olarak uykudan önce okuyorum bu kitabı. İlk sayfalarda çok zorlandım. Hikayenin içine bir türlü giremedim çünkü ortada bir hikaye göremedim :) Sonra anlatım tarzına alıştım ve kitabı sıkılmadan okudum. Kitaplığımdaki ilk Timaş yayınları sanırım bu kitap. Neden yayınevine karşı ön yargılı olduğumu okurken hatırladım. Oldukça kötü bir çevirisi var kitabın. Hani nasıl desem (saygısızlık da etmeden) sanki kitabı bir editör hiç görmemiş, kitap bize "ham" haliyle sunulmuş gibi. hemen her sayfasında imla hatası ve anlatım bozukluğu vardı, not almadım bile.
Yağmur da demişti, "biraz blog okur gibi okuyorum" diye. Ben de bir süre sonra mücadeleyi bırakıp "kitap okuma" hevesinden çıktım, blog okuyorum diye yaklaşınca keyif aldım:)


Kapağı bence çok güzel tasarlanmış olan bu kitapta Petra Hartlieb, eşi Oliver ile birlikte işlerini bırakıp Viyana'da küçük bir kitapçıyı nasıl satın aldıklarını ve işlettiklerini detaylıca anlatıyor. "Bir gün kitapçı açmak istiyorum" diyen herkes bence bu kitabı okumalı.Kültürel farklılıklar çok fazla olsa da (Noel zamanı gibi) bence yine de fikir verecektir. Yazar biraz daha kronolojik sırayı gözetseymiş belki hikaye daha güzel olurmuş. Zaman ve olay olarak herhangi bir sıralama tercihi yok. Yazar sadece anlatmış :) Hayalinde kitapçılık olmayanların sıkılabileceğini bile düşündüm okurken. İnternette kitap yorumlarına bakarken bu bloga denk geldim. Orada yazar ile ilgili daha detaylı bilgiler var. (*Görsel de bu blogdan)

Kitap, beklediğim kadar iyi değildi ama aklıma yazdığım yerleri de vardı. "İyi ki okumuşum" diyebilirim bu sebepten bu kitap için.

Hayallerimin Kitapçısı
Özgün adı: Meine wundervolle Buchhandlung
Yazan : Petra Hartlieb

Çeviren: Sevgi Tuncay
Timaş Yayınevi, 2015, 200 sayfa, karton kapak
Devamını oku »

Hoş Geldin Kasım :)

Sanırım bazen "dağılmak", toplanmak için gerekli olan bir şey.
29 Ekim tatili için aklımdan geçen hemen hiçbir şeyi yapamamış olmama üzülmedim.
Üzülecek vaktim olmadı:)
Meğerse 3 gündür yanan kaloriferden vücudum tir tir titrerken tesadüf eseri haberimiz oldu. Uşak'ın Sesli battaniyelerinin altında kedi gibiydim oysa.
Elif'e "el-ayak-ağız" hastalığının başlangıcı demişti doktor,kreşe göndermedik. Kaç kişiye sordum(doktorlar dahil) bu hastalığın büyüklere geçmediğini söylediler. Ben de buna inandım.
Bir gün uyandığımda yüzümde tam 14 (sayıyla on dört) saçlarımda iki adet sivilce vardı ve acayip kaşınıyordu. (Gregor Samsa gibiydim :) Ellerim ve ayaklarımda kızarıklıklar vardı,yürürken ya da bir şey tuttuğumda acıyordu. Bunların hiçbirini bir araya getiremedim çünkü gripte 4. haftayı bitiriyordum. Tam 4 hafta maşallah burnum aktı ve boğazımın acıması normal-di. Doktora sordum, boğazıma bakınca teşhisi koydu: el-ayak-ağız hastalığı diye. Fener alıp boğazıma baktım ve ahtapotun kolları gibi kabarcıklar gördüm. Iyy çok kötü. O ara hep ertelediğim dişçiye de 2 kere gidip (teknik olarak 3 kez gittim) orada da tatlı bir acı yeyince "Allah'ım bu kadar olsun" dedim :)
Doktor: "uyuşturmadan da yapabilirim"
Ben: "En yüksek doz neyse onu verin."
Ben (iç ses): "Anestezi boşa icat edilmedi herhalde" (Burcu, seni çok andım)
Bir gün kaçamak yaptım bir saatlik boşluğumda itiraf ediyorum. Yanıma defter almayıp, not tutmayıp,yapılacak listesiyle kendimi boğmayıp sadece çay içip tutunamayan amca oğuz atayı okudum. iyi hissettim. (amca tutunamamış, ben niye iyi hissettim bilmiyorum :)
İşin aslı bu hastalık sırasında daha iyi bir şey oldu, ben biraz aydınlandım ve kendim için yepyeni kararlar aldım.
Bunlardan en önemli iki tanesi de: kendine bakma (ruhen ve fiziksel olarak) ve yavaşlama.
"Bunu en son 4 sene önce yapmıştım" dediğim şeyler çok olunca "4 sene önce ne olmuştu?" diye düşündüm. Ve çabucak buldum. Hayatımızda farklı bir yolda yürümek için karar almıştık ancak uygulayamadık (not yet). Peki benim kafam neden hala orada kalmış? Ve ben bunu anlayamamışım. Değişik geldi. Uyanmışım gibi hissettim. Özellikle doğumdan sonra iyice artan beyaz saçlarım tanıdık tanımadık herkesin dilindeydi, kesinlikle kötü görünüyordum. Lakin ben öyle hissetmiyordum. Ve bu baskıların kararımı etkilemesine izin vermek istemedim. Bu hastalık zamanında ise beyaz olan tenim sanırım iyice beyazladı ve aynaya baktığımda kara kaşlarımdan başka sadece çok yorgun gözler görmeye başladım. Buna üzüldüm. Karabalığın dediği şu laf ise çok doğruydu: "Seni hasta gösteren beyaz saçların değildi, kendini bırakmış olmandı..." Doğru.
Ben de kimsenin etkisinde kalmadan saçlarımda bir takım değişiklikler yaptım. Sanırım fena olmadı. 4 sene önceki ruh halimi fark etmiş olmak ve ondan çıkmak bana iyi geldi. Lafı uzatmış olmayayım, kendimle ilgili başka değişiklikler de yaptım :)
İkinci en önemli karar ise, yavaşlamaktı. "Yavaş ebeveynlik" kitabını ilk çıktığında okumuştum, sevmiştim de (Eda, kitap hala sende) ama uygulama şansım pek olmamıştı. Son zamanlarda kitaplar konusunda yaşadığım açlık/saldırma hallerinden sonra bu karar iyi oldu. Ne kadar çatlarsam çatlayayım aynı anda en fazla 2 kitap okuyorum artık. (10 gün önce bu sayı 5ten fazlaydı ve cidden kafam dolmuştu)
İşte tam da bu yüzden gezdiğim sahaflardan sadece çok acayip istediklerimi aldım. Bu sayı da 20'den fazla olmadığına göre başlangıç için fena değilim :) Ankara'da olanlar Karanfil pasajındaki 3 sahafı mutlaka gezsin derim. 1. baba-kız 2. onların bitişiği: özgür 3. onun karşısı prensipli çocuk. 3. çocuğu son gittiğimde dövecektim, beni çok sinir etmişti hatta içimden daha da uğramam buraya demiştim. Ama o kadar gıcık biri ki çocuk kitaplarını dışarı koyuyor ve ben Özgürün dükkanında gezerken gözüm oraya kayıyor ve kitapları seçmeye başlıyorum gözlerimle. Sipariş asla almıyor, ikinci el olduğu için kitaba etiket basmıyor ve başka başka kuralları var. Bu sefer biraz daha muhabbet ederken fark ettim ki dükkanı hakikaten ganimetlerle dolu :)
Aldığım bir diğer karar ise SADELEŞME. Bunun için de zihnimin çöp kovası çalışma masam ile işe başladım. Öncelikle masamın yerini değiştirdim. Duvara bakıyorum artık :) Serra gelse de bana güzel bir çalışma alanı yapsa diye bekliyorum :) Bir de pek yakında inşallah yeni yıl kart yapımına başlıyorum. Sevdiklerime kart göndereceğim, şimdiden başlasam ancak yetişir. Aklımdakiler 60'ı geçiyor çünkü :)
Sarı horozun içindekiler postcrossing kartlarım. Hatta onlara yenileri de eklendi ama onlar başka yazının konusu. Bir de kitaptan bahsedecektim ama konu çok mu dağıldı ne :)
Ekim ayında "okuma listesi" oluşturmuştum ve tabii ki uymadım ona. Bundan sonra "okuduklarım" listesi yazarım aylık, o daha mantıklı.
Bu ayın dilekleri de burada olmuş olsun. Kısacası Hoş geldin kasım.
Senden beklediklerim:
1.kendine bakma konusunda özen ve bunun devamı
2.yavaşlama
3. sadeleşme

Hani neredeyse "iyi ki hasta olmuşum" diyeceğim ama yok en iyisi "her şerde vardır bir hayır" diyeyim :) Aydınlanma böyle bir şey olsa gerek değil mi?
Bir de bu yazıyı okuyan sevgili Serra bir gün bize Buse ile gelip çalışma odası tüyoları mı verse ki:)
*Hasta oldum diye kapıma çorba getiremeyip bana kırmızı balonlar gönderen can arkadaşımı da öperim :)
Devamını oku »