Drop Down MenusCSS Drop Down MenuPure CSS Dropdown Menu




12 Ağustos 2016 Cuma

Acı Çikolata'dan Kısa Bir Alıntı

Son zamanlarda kendim için en çok kitap okuyorum.Hatta sadece kitap okuyorum bir de tabii kişisel ihtiyaçlar var, tuvalet gibi. Yoksa onun haricinde haftalar önce "saç diplerimdeki beyazları farklı bir renge boyatmanın zamanı gelmiş" cümlesini gerçekleştirebilmiş olurdum!
BFG'ye gidebilmiş olurdum veya.
Ama olmadı.
Buna şükür.
Bu sabah bitirdiğim Acı Çikolata kitabından bir alıntı yazayım buraya, kitap yanımda yokken de açar bakarım. Okumak isteyen de olur belki :)
Birkaç gün öncesinde "Lupita Ütü Yapmayı Seviyor" kitabını okumuş ve Lupita karakterini sevmiştim ancak hikaye biraz boş gelmişti. İyi ki öncesinde onu okumuşum yoksa Acı Çikolata'nın üzerine bana daha da acı gelebilirdi.
Neden böyle güzel kitaplardan benim geç haberim oluyor, bilmiyorum.
Yetişkin edebiyatını yeni yeni sıklıkla okumaya başladığımdan olabilir mi mesela?
Lafı çok uzattım, sevdiğim paragrafı yazıp kaçayım.
Kitabı, Tita'yı, yemek tariflerini, konuyu ve o büyüleyici atmosferi çok sevdim.

Belki bu paragraftan sonra siz de okumak istersiniz kitabı:

"Gördüğünüz gibi, hepimizin vücudunda fosfor elde edecek elementler mevcuttur. Hiç kimseye söylemediğim bir şeyi size söylememe izin verin. Büyükannemin ilginç bir teorisi vardı: Hepimiz, içimizde bir kutu kibritle doğarız. Ama tek başımıza bunu yakamayız. Deneyde görüldüğü gibi oksijene ve mum alevine ihtiyacımız vardır. Örneğin, oksijen, sevdiğimiz insanın nefesinden gelebilir. Mum aleviyse güzel bir yemek, müzik, okşamalar ya da güzel sözlerdir. Bunlardan biri parlamaya neden olur ve içimizdeki kibritlerden birini yakar. Bir an yoğun bir heyecan hissederiz. İçimize çok hoş bir sıcaklık yayılır. Bu sıcaklık zamanla yavaş yavaş yok olur. Yani başka türlü söylersek, bu yanma ruhumuza enerji verir. Bir kişi eğer kendi tutucularını zaman içinde keşfedemezse, içindeki kibritler nemlenir, hiçbir şekilde yanmaz olur.
O zaman ruhumuz bedenimizi terk eder. Karanlıkların içinde el yordamıyla boş yere kendisine besin arar. Ona besin sağlayacak tek kaynağın terk ettiği, soğuktan titreyen o vücutta olduğunu bilmez.
Bunun için nefesi soğuk olan insanlardan uzak durmak gerekir. Böyle kişilerin varlığı bile daha büyük ateşleri söndürmeye yeter ve bunun nasıl sonuçlar verdiğini biliyoruz. Onlardan ne kadar uzakta olursak kendimizi onların nefesinden o kadar iyi koruyabiliriz."

Bu teori benim çok hoşuma gitti.
Latin Edebiyatını sanırım sevmeye başladım, ne dersin Nurşen Abla :)

* Filmini henüz izlemedim, merak/heyecan! :)
Devamını oku »

4 Ağustos 2016 Perşembe

Nereden Başlasam Bilemedim :)

Canım blog, farkındayım seni ihmal ediyorum.
Canım çok uzun yazmak istiyor, o yüzden de "yeni yayın" demeye çekiniyorum.
Blogları takip ediyor ve sevdiğim bloggerlar yeni yazı girmişse çok keyifleniyorum.
En son ne yazmışım diye baktım, 3 hafta olmuş.
Normalde insan hayatı için 3 hafta çok da mühim bir aralık değil ama ülkemizin son halini düşününce geçtiğimiz o 3 hafta çok şey anlatıyor. Bu konudan bahsetmek istemiyorum. Tekrarlanmamasını diliyorum sadece.
Önce kendimden bahsedeyim, başka şeyler sonraya kalsın.
Hayatımın en çok kitap okuduğum dönemindeyim ve bunun tersi bir şekilde "hiç kitap okumuyorum" hissini yaşıyorum. Çünkü normal bir zamanda okumuyorum. Baktım ki öyle bir şey lüks kalıyor ve gece yatmadan önce okunan 5-10 dakikalar da haliyle yetmiyor. Ben de kafamı çalıştırıp okuma düzeneği kurdum kendime. Goodreads'e bakınca çok kitap okuyor görünmem o yüzden :) Okuduğum kitapların her birini bir yere dağıttım. O odaya girdikçe, orada vakit geçirdiğim ölçüde elime alıyorum o kitabı. Yazınca bana da saçma geldi ama uygulaması fena gitmiyor. Mesela Elif'i uyuturken tamamen hile yapıyorum. Son haftalarda sadece "Uykucu Aslan"ı okumamı istiyor. Ben de onu okurken arasına kendi kitabımı koyuyorum. Kendi kitabımı görürse kızıyor artık, bir ara kızmıyordu. Karanlıkta okumaktan gözlerim şikayetçi ama ben değilim. Arabada da normalde kitap okuyamam midem bulanır, ama ben iyiyim. Alışverişte kasa için sıra beklerken de okuyorum. Fark ettim ki bu "okuma" hali benim için ciddi bir ihtiyaç. Gündemden uzaklaşmak, hayaller kurabilmek, var olanları elinde tutabilmek ve biraz da güvenli bir limanda sığınmak için. Tüm bunları fark edip okuduğum için kendimi daha iyi hissediyorum ancak bir oburluk durumu da yaşamıyor değilim. Yeni bir kitap almasam bana aylarca yetecek kadar kitabım varken dayanamayıp yine bir dolu kitap alıyorum. Bunu kitapseverlerin birçoğu yapıyor sanırım. Kitaba doyulmaz ne de olsa :)
Aa bak az daha unutacaktım, geçen gün ne oldu, kapı çaldı, bizim yan bloktan Berfin isminde bir kız geldi. (hepsini parktan tanıyoruz) "Esra Teyze, (bu başlangıç iyi olmadı be yavrum ama hadi neyse) sende kitap var mı?" Ben şok! Leyn yoksa yıllardır hayalini kurduğum kütüphanemin ilk üyesi mi olacak bu bebe? "Evet var" dedim. "Ben Saftirik'i çok sevdim. Elimde de başka kitap kalmadı. Bana kitap verir misin?" dedi. "İşte aradığım çocuk sensin!Gel buraya sarılayım sana" diyecektim ama demedim, çok cool bir edayla "Kaç yaşındaydın" dedim. "8" dedi. İçeriden bir tomar kitap ile çıkıyordum ki karabalık "yapma" dedi. "az ver, okudukça getirsin, daha kıymetli olur." Hee ben bunu nasıl düşünemedim ki? Şöyle anlarda bile mantığını kullanabilen insanlara hayranım. Ondan mı evlendik acaba :P Neyse konuyu dağıtmayayım, Berfin'e 1 Saftirik, 1 Sakar Cadı 1 de Çıtır Çıtır Felsefeden bir kitap verdim. "Okuyunca getir, yenisini veririm" dedim. 2 gün geçti, heyecanla bekliyorum. Devamı gelmese bile Berfin'i Kütüphanemin ilk resmi üyesi olarak hafızama kaydettim.
Onun haricinde satır başlarından devam edeyim,
- Hala BFG'ye gitmedim. Biraz içime oturdu ama hayırlısı demekle yetindim. Sanırım artık vizyondan da kalkar.
- Sağlıklı beslenmeye niyetlenmiştim bir ara ama mevcut halimle bile kendimi zar zor toparlayabildiğim için (bahaneler, bahaneler) üşendim kendime özel sebzemsi şeyler hazırlamaya. Limonlu suyumu içiyorum yoğurdumu hala evde mayalamıyorum.
- Ekim ayı için sıkışık bir programım var. İstanbul, Bursa, Adana ve olsaydı Belçika... Diğer şehirlere de nasıl gideceğimi bilmiyorum zaten (hayal bu ya) ama Belçika'yı çok istemiştim. Yasemen ile konuştuğumuzda biletimi dahi alacaktım ama olmadı. Bu sene de gol değilmiş, ona da iç çekip kısmet diyelim.

- Misafir konusunda düşüncemi yavaş yavaş değiştirmeye başladım. Bilen bilir misafiri pek sevmem, çok kasılırım, panik olurum hatta içinden Alien bile çıkar.  Ama son iki gündür misafirimiz vardı. Ay ben bir eğlen bir coş. Bir şeyler hazırlamak veya misafirden sonra etrafı toplamak, ertesi gün işe yetişme hali bana bir dokunma! Yani dokunmasın mı! Belki kırılma noktasına gelmişimdir. Veya yaptığımız "Ayna" çalışması bana iyi gelmiştir. O da olabilir. Böyle yazınca da kimse bize misafirliğe gelmek istemeyecek yalnız :) O kadar da kötü bir ev sahibi değilim ama aileden gelen bir "mikemmeli yakalama" halinden sıyrılıyorum diyelim. Epeydir kek yapmıyordum, geçen gün yaptığım keki de kalıptan çıkaramadım. Misafirin kendisi çıkardı kekini. Heh bana böyle şeylerle gelin. kekini kalıptan kendisi çıkaran, güler yüzlü misafir istiyorum demek ki ben. Misafir de Selcen'di bu arada :P Onun 3 çocuklu haline ve ondaki rahatlığa bakınca (ki hiçbiri de maşallah koltuk bebesi değil) bana da bir rahatlık geliyor.
- Evde yenilenme zamanı! Bunu başlatalı birkaç hafta oldu ama hala tam başarabilmiş değiliz. Oda oda gidiyoruz ve sadece hafta sonları vakit ayırabiliyoruz, o yüzden de bazı odalar az sonra taşınacakmışız havasından kurtulamadı. Asıl amaç şu, daha sade bir hayat :) O kitabı da okuyalı çok oldu halbuki ama bende etkisi sürüyor demek... At, ver, kurtul, rahatla taktiğindeyim şu ara.
- Perde işinden siz de anlamayanlardan mısınız? Salonumuzdaki perdeler nasıl desem, "benim yerim burası hiç olmadı ama sen koydun beni buraya" der gibi bakıyor. perdeciye gitmeye de üşenen gittiğinde adamın ne dediğini anlamayan biri olduğum için güvendiğim bir arkadaşımla inşallah bir ara perdeci fethetmeye gideceğiz. Hani yeter ki arkadaşım çevirmen işlevi görsün, o bile yeter bak :P
- Kütüphane ile ilgili şeyler fena gitmiyor ancak okuma hızıma yetişemediğimden güzel kitapları yazmaya fırsatım kalmayabiliyor. Keşke hep okusam ve yazsam. Hani o kadar. Bir de Latin müzikleri olsun yanında da filtre kahve/Türk kahvesi.
- Az önce şöyle bir mail aldım, hey gidi günler demek istiyorum. Postcrossingde 1 senem bitmiş... İyi ki başlamışım sahiden de. Hala katılmayan varsa bence bir deneyin. Posta kutusunun kartlarla dolduğu an'lar sevinçten gözlerim yaşarıyor benim :)

- "Ayna" çalışmasında da 4. ayın içerisindeyiz. Kendimi daha iyi hissediyorum. Belki bir şeyler sonuçlandıkça yine yazarım, şu an sadece bir yolda yürüyorum :)

Elifle ilgili konular bir sonraki yazıya kalsın. Bu ara arkadaşlarını yine sıklıkla ısırıyor ve velilerin birleşip bizi dövmeleri an meselesi :( Neyse o başka yazının konusu.

Yorumlara cevap konusunda iyi biri olmamama rağmen yazdığım yazılara ısrarla yorum yazan canım arkadaşlarım, iyi ki varsınız :)
Devamını oku »

13 Temmuz 2016 Çarşamba

Ortaya Karışık Haller :)

Sevgili ve canım blogum nasılsın?
Aradan geçen zamanda buraya hiç uğramadığımı düşünüyorsun belki ama öyle değil.
Yayınlamadığım yazılarımla ben hep burdaydım :)
Havalimanı saldırısından sonra mesela harika(!) bir yazı yazmıştım, görsel de ekleyeyim diye bir anlığına duraksayınca "emin misin?" dedim. cevabım "kararsızım" olunca yayınlamadım. ertesi gün okudum ki amanın, o ne negatif yük öyle, hemen sildim yayınlardan. Geç de olsa geçmiş olsun diyeyim, canım Arzu'ya ulaşamayınca ben epey panikledim çünkü. Hele ilk etapta orada olduğunu öğrenince soğuk terler döktüm. Sevdiğin birinden haber alamamak ne kötü bir şeymiş. İnşallah bir daha asla yaşanmaz. (kendi bile inanmadı yazarken ama olsun)
buraya heyecanla gelmemin bir diğer sebebi, zihnimde hep konuşup durduğum şeyleri buraya da yazmak. yeliz'in dediği gibi birer anı bırakmak. geçmiş yazılara dönüp bakmak bu açıdan harika oluyor. Blog yazanları ben de biraz daha kıpırdanmaya ve blog yazmaya davet ediyorum. Canım Nurşen Abla'nın edebiyat içerikli yazıları olmayınca veya gezi turları özlüyorum onu. Macera Kitabım Özlem ile NY turuna çıkmaya hazırlanıyorum son günlerde (kendisi bilmese de, çantaya attım kendimi) Özellikle de kitapçı yazılarını bekliyorum. Amerika hayatımın hiçbir döneminde 'merak' uyandırmadı bende ama park ve bahçelerini, müzelerini, kitapçılarını gezip görmüş birinden dinlemek keyifli olacak.
Araya bayram ve tatil girdi, rutinler ve dengeler biraz şaşırdı tabii.Tatilde dinlenme imkanım oldu mu? Bence oldu. Ne yemek yapacağımı düşünmedim ve yemek yapmadım. (ne olurdu az sevseydim mutfağı? ) Onun dışında Mersin Erdemli'nin yapış yapış havasına klima ile katlandık tabii. Karşımda deniz olunca güneşe "sen bir kenarda durabilir misin?" demeye çalıştım ama beni pek dinlemedi. Geçen sene birbirlerini pek anlayıp tanımayan iki zottirik kuzen Ayça ve Elif, bu sene epey farkındalardı bir kuzenleri olduğunun. Biri 27 aylık diğeri 17 aylık olunca ne kadar anlaşabilirlerse anlaştılar. Aynı oyuncağı aynı anda istemeleri onların suçu değil ki!!! :) Birbirlerinde 'yaz izi dövme'lerini de bıraktılar. Hatta Ayça sağ yanağıma geniş bir faça bile yaptı. O kadar da sıkmamıştım halbuki :P (hani yine yoğurdum tabii, teyzeyim ben teyze! 1 tane yeğenim var, onu da yoğuramayacaksam, peh)
Öğle aralarımı genelde önceden planlamaya çalışıyorum. O günkü yemek menüsü ve benim ruh halim ne ise :) İşlerimi öğle arasına bırakıp koşturmam. Ya bahçede kitap okurum ya birileriyle buluşurum ya da bugünkü gibi canım kimseyle konuşmak istemezse kabuğuma çekiliveririm. 4 kişilik odam öğle arası çok şükür ki bugün boş. Genelde 1-2 kişi oluyor. O zamanda rahatım aslında, her şey 1 kulaklığa bakar değil mi :) İş zamanı kulaklık takmak yasak. Yasaklar üzerinden konuşacak olursam durmam zor olabilir. İşim olduğu için şükredip oturuyorum yerime. Daha fazlasını ne siz sorun ne de ben bir şey diyeyim. Sadece işten çıkışta kendimi yeniden şarj ediyor gibi hissediyorum. Saat 4 civarı pilim "kritik seviyede, bence kapanmalısın" seviyesine düşüyor bazen. Çok koşturduğumdan değil. Ortam diyelim ve konuyu kapatalım :)
Bayramlarda da 2 farklı insan oluyorum. Bazı bayramlar ıdının dıdısı ile konuşasım hal hatır sorasım gelirken bazı bayramlar (geçen hafta gibi) kimseye telefon açasım gelmiyor. Hazır mesajlardan da hiç hoşlanmıyorum. Yani bu mudur bayram kutlaması? Bence değil. Olmamalı. O yüzden mesaj yazacaksam özellikle ismiyle, selamıyla şusuyla busuyla mesaj atarım. İşyerinde çoğu arkadaşım erkek ve bir tanesi bu yüzden zor durumda kalmış. (aile krizi de yaratabiliyorum demek durduk yere :) Bir de şöyle bir şey oluyor: "Aa ben şimdi bu arkadaşımla upuzun konuşurum, sonra arayayım" dediğim insanları asla arayamıyorum. Kısacası bayramlaşamadığımız insanlara toptan "kusura bakmayın olur mu?" demiş olayım. Mutlu bayramlar :)
Şu linkteki videoyu benim hatrım için izler misiniz? Haftalardır taktım kendisine. Günde kaç doz izleyip dinlediğimi bilmiyorum. (ki youtube ve kulaklık yasak, bendeki azme gelin :) İzlediniz mi?
O kadının yerine şarkı süresince geçmek istiyorum. Olur mu? Dansa uyumuna ve asıl tüm dikkatini dansa verişine, kendini rahat bırakabilmesine, kıyafetinin rengine kısaca bu klipteki keyifli an'da kalma haline hayranım. "İnsan kendinde olmadığını düşündüğü şeylere mi hayranlık duyar?" Cevap hem evet hem hayır bence. Her insanın içinde tüm duyguların eşit şekilde yerleştirildiğini düşünüyorum. Bunların seviyesini biz ayarlıyoruz. Pozitif kalmayı seçtiğimizde (bu cümleyi de sevmedim ama öyle) farklı şekilde duruyor ve farklı şekilde konuşuyoruz. Geçenlerde "MUTSUZ OLMAK" isimli bir kitap okudum ve çok sevdim. Kabul etmeliyim ki hafif depresif bir havası yok değil. Ancak günümüzün şişirilen "MUTLU OLUN" dayatmasına inat, mutsuzluğu korkup kaçılacak bir şey olmaktan çıkartıyor. Onu ayrıca yazmaya çalışacağım bloga yani buraya.
Daldan dala nasıl da atlıyorum değil mi? zihnim de böyle. az önce masamdaki içeceklere baktım da, "işte dedim, zihnimin özeti". Aynı anda hem kahve hem çay hem soda hem de limonlu su içiyorum. Kahvenin kahvesi yoktu ama olsun. Her öğlen o 1 kahve itinayla içilir. (bkz: annesine benzemediğini iddia edip annesine bir acayip benzeyen genç kızın notları-bölüm 17 :)

Mutluluk/mutsuzluk demişken, kendimi ne mutlu ne de mutsuz hissediyorum. Kafam biraz fazla dolu ve her şeyi aynı anda halletmeye çalışıyorum. (masamdaki görüntüden belli değil mi zaten)
Gündemimizde Elif'in 2 haftadır geçmeyen arpacığı ile kreş sorunsalı var. Laf aramızda kalsın ama kreş konusunda öyle karmaşığım ki kendimi bir çizimle ifade edebilseydim içinde bolca soyut çizgi olurdu. "Sanatçı bu eserinde zihnindeki doluluğu ve kararsızlığı yansıtmak isterken bizce 'sanat' çizgisinin biraz dışına çıkmış." derlerdi. Kimse hakkımda böyle konuşmasın diye sanata el atmıyorum :) Özetle, gündemde kreş değişikliği var. Eliften daha çok benim hazır olmam lazım. Neden? Çünkü ona her şeyin "normal" olduğunu hissettirecek kişi benim. Geçen sene bu zamanlarda 14 aylıkken kreşe nasıl çabuk alıştı? 1. Anlayamayacak kadar küçüktü. 2. Ben çok kararlıydım, içimde endişenin sadece kırıntıları vardı. 3. Öğretmeninden Allah razı olsun :)
Şimdi ise alıştığı bir düzen var. Ve ben önce kendim yeni kreşten emin olmalıyım ki "Bak evladım, orası iyiydi hoştu ancak bizce sen burada daha mutlu olacaksın." diyebilmeliyim. Ağzım bunu der de gözlerimde anime karakterleri misali göz yaşları sallanır durursa ne anladım o işten. İşte tam da bunun için, iç sesine güven ve cesur ol esoş diyorum. Gelişmeleri yine yazarım.
BFG geldi ve ben hala ona gidemedim, bu nasıl bir gıcıktır bilir misiniz? Öksürürsün ama geçmez hani, öyle bir şey. Kısmetse yakın zamanda gideceğim. "Yakın" da göreceli ama olsun. benim yakın'ım :)
Pazar günü MOMO'nun tiyatrosuna Selcen ve kızı Çağla ile gitme durumumuz var. Tabii Selcen bugün bilet bulabildiyse. Bulamadıysa kısmet diyeceğim. Bulduysa kim bilir kaç metre havaya uçacağım. Onu da yazarım zaten.
Okuduğum kitaplardan aldığım keyif azaldı bu ara. Bir acayip gülerek okuduğum kitabı bugün yazdım Lokum'un Kütüphanesi'ne :) Şair Kısakulak. Çok acayip tatlı. Tüm insanlığa bu kitaptan hediye edesim var. Tutmayın beni :)
Cesur Yeni Dünya kitabını zor da olsa bitirdim. Kitabı 3 solukta okudum. 1. seferde 120 sayfayı yaladım yuttum. aradaki sayfalar güme gitti, 2'şer sayfalık okumalar beni soğutuyor. Bayram dönüşü arabada Elif uyuduğunda "Freedoooom" çığlıklarıyla kitabıma gömüldüm. yanımda yeni alışkanlık edindiğim filtre kahvemin de olduğunu da hayal ettim tabii. son 30 sayfada uyandı ama olsun. (mel gibson filmdeki "freedom" ile benim amacımı kıyaslasa "yürü git be kadın" der miydi acaba, biz özgürlük peşindeyiz sen de kitap okuma! "İyi de mel amca, arabadayken uyumazsa oldukça huysuzlanan ve çoğunlukla ağlayan bir bebeyle 6-7 saat nasıl geçiyor sen düşündün mü?" derdim bende. Bunları bile düşündüm. Mel'i genç haliyle hayal ettim. Ben de hafif kızarmış sararmış solmuşum saçlarım tel tel, neden çünkü araba yolculuğu yormuş beni. Bu hayallere çok dalınca unuturum tabii her şeyi.
Bugün ne yaptığımı bir duysan canım blog!
Tuvalete insanlar tuvaleti gelince gider değil mi?
Ben otomatik olarak gitmişim (haberim yok) kapıda ayıktım ki "e benim tuvaletim yok, dön geri" :)
Bir de dünden beri aranan ve benim ısrarla "bende olsa bilmez miyim" diye hava attığım bir yazı vardı işyerinde. neyse yazı benden çıkınca çok pis rezil olacağımı düşünmüştüm ama meğerse millet alışmış benim zihin dağınıklığma. O da fena! Adım çıktı 9'a bence hiç inmez 8'e :)
Kitap demişken Cesur Yeni Dünya'daki SOMA beni çok etkiledi. Günümüzdeki soma, bence televizyon. İnsanlar mutlu olmak için veya kafa dağıtmak için televizyonu açıyorlar. beyinlerini uyuşturup yatağa yatıyorlar. Televizyonumuzun olmaması SOMAmız olmadığı anlamına geliyor mu peki? Bunu da düşünüyorum. Bulunca yazayım. Karabalık diyor ki, "fazla düşünüyorsun!". Bence "fazla" değil ama aynı anda çok şeyi düşünüyorum. Sıraya koysam daha iyi olacak.
Bugün yine bir psotcrossing günüydü. Kartın birinde hayallerimden bahsettim. Bu kartlaşma işini tavsiye ederim. Yabancılar bizden daha cesur, bana yazılanları buraya bir yazsam! Ben de bugün bir ilk olarak hayalimden bahsettim İspanyol bir kıza :)
Soma beni etkileyince Ursula'nın Mülksüzlerini oku önerilerine daha fazla dayanamayıp başladım ama kitabı çok yanlış bir zamanda seçtim sanırım, ilk 5 sayfadan öte gidemedim. Şöyle akıp giden yetişkin kitabı var mı? Bomboş da olmasın, vakit kaybı oluyor. "Vakit çok önemli" biliyorsunuz, yoksa MOMO'nun Dumandamları ile henüz tanışmadınız mı?

Öğle arasında bana ayrılan sürenin sonuna geldim canım blog,
buraya kadar okuyabildiysen tebrikler, BFG için bilet kazandın :)
Herkese mutlu mesailer

*Yine yazarım ben :)



Devamını oku »

23 Haziran 2016 Perşembe

Bu Aralar

Hava fazla sıcak değil mi?
Biliyorum yaz mevsimindeyiz ama ayakkabının ayağıma neredeyse yapıştığı (ince çorap giyince de kaşındırıyor) bir dönemdeyiz. Adanalıyım ve sıcağa alışkınım ama sıcağı gerçekten sevmiyorum. Yemeği maksat yerini bulsun diye yiyorum yoksa üç öğün karpuz peynir ile idare edebilirim.
Hazır az önce yepyeni kitaplarım da kargodan gelmişken ve ben öğle arasında güzel bir ağacın altında öyle ve sadece oturmuşken bloguma da aklımdakileri yazayım istedim.
Kafamda hem bir dolu şey var hem de bir "nötr" halindeyim.
Olur, yapılır, hallolur elbet.
Değil mi?
Konu başlıklarından biri Elif'in kreş durumu. Öğretmeni yine bebek grubuyla devam edeceği için Elif başka bir öğretmene geçecek. Hiç istediğimiz bir şey olmasa da olabilir... Asıl sorun aynı arkadaş ekibiyle devam edecek olması. Ki grupta en büyük 2. çocuk Elif, geri kalan çocuklar sahiden daha bebek. Bir üst grup için de fazla küçük kalıyor. Yeni dönem için aynı ay grubu çocuklar da gelirse ne ala yoksa bu durum bizi rahatsız etmeye devam edecek. Farklı bir çözüm düşünmemiz gerekecek. Çünkü bu kreş ne evimize ne de işimize yakın. Kreşin en büyük artısı 14 aylık bir bebeği almış olmasıydı ve harika insan öğretmeniyle tanışmamıza vesile olmasıydı. Misyonu bu kadar mıydı acaba? Bilmiyorum, zaman gösterecek.
Detay verip kafa karıştırmayayım ama matematiği neden sevmediğimi anladım sanırım. Matematik bana ruhsuz geliyor istatistik de öyle. İçinde insan dokunuşu, hissi olmayan şeyleri sevmiyorum.
Bugünün güzel haberi de telefonumu yine arabada unutmuş olmam. Uçak modunda da kaldığı için beni arayacak 456 hayranımı cevapsız bırakmış olacağım. En büyük hayranım da annem tabii :) "İyiyim de yeter bana" dediği için onu suçlayamıyorum. Annelik :)
Bugün farklı bir ağacın altına oturdum, niyetim kitap okumaktı ama içimden daha çok ayağımı uzatıp boş boş bakınmak geldi, öyle yaptım. İç sesim şöyle dedi; "Bırak Esoş bırak, kendini rahat bırak" Öyle de yaptım. İşe döndüğümde hala kaşınıyorum. Rahatlıktan içime kaçan karınca ve böcekleri hesaba katmamışsam demek! :) İşin şakası bu elbette. Gerçeklik payında ise şu var, "meli-malı"lardan uzaklaşmak.
Bu ara yetişkin kitabı okuduğumdan okuma hızım epey düşük. Kitap akıcı aslında ama evde zaman o kadar hızlı geçiyor ki. Bir bakıyorum Elifin yanında uyuyakalmışım. Her dönem de aynı olmasın ama değil mi Börti?
Börti ile de yeni tanıştım, tatlı bir zürafa, onu da bir ara yazarım :)
Şimdilik ben ve karıncalarım kaçtık

Soğuğu özledim yahu!
BFG geliyooooooor, ilk gün gidemezsem çatlayacağım ama sanırım gidemeyeceğim de, ertesi gün Erdemli denizine doğru yola çıkacağımız için. "Dönüşte gidersin" diye beni avutan karabalıkçım "Çok geç olur!!!" deyişimi bile anlayamadı. O hiç RD Fan olmadı ki, ne bilsin :)
Devamını oku »

16 Haziran 2016 Perşembe

Elif Büyüyor / 26 Aylık

2 yaş yazısından sonra Elif ile ilgili buraya pek bir şey eklememişim, kaç gündür de yazmak istiyordum, işte geldim buradayım :)
Elif'in 19-23 ay arası bambaşka bir dönemi vardı, o dönem sahiden çıldırma noktasına geldiğim çok olmuştu. Tam olarak konuşamadığından ne istediğini de anlayamıyorduk.
23-24 aylık dönem ise tam bir çiçekti hatta ben bunun bize hediye olarak verildiğini düşünmüştüm.
Karabalığa kalsa 2 yaş krizlerini atlatmıştık ama ben anne bloglarından okuduğum kadarıyla (kitaplardan çok daha iyi bence birçoğu) ona sadece hafifçe sırıtıyordum. (neyse ki altın dişim falan yok da, o sırıtışla daha da parlamıyor :P)
Doğum gününden kısa bir süre sonra da adına "2 yaş halleri" diyebileceğimiz Elif'in bambaşka bir yüzü ile tanıştık. Bu dönem için Pelinden okuduklarım/ paylaştıklarımız bana çok daha iyi hissettirirken okuduğum kitaplarda yolumu kaybediyordum. Ki son dönemde çok az ebeveyn kitabı okudum.
"Kriz" dediğimiz anları tetikleyenin ne olduğunu bilmiyoruz, ortak kesişim kümeleri yok. Belki sadece "engellenme" halleri. Bir anda kolik dönemine gidiyor sanki Elif. Çok şükür ki fazla uzun sürmüyor, bazıları 15 bazıları da 45 dakika. 5 saatlik kolikten sonra tüm bunlara çok şükür diyorum(z) :) Elif henüz 26 aylık olduğu için önümüzde bizi nasıl bir süreç beklediğini de bilmiyoruz haliyle, büyük de konuşmamak lazım ama şunu gördüm. "Sakin kal" ve çocuğuna bir şekilde sevgini hissettir. "Keep calm"lı cümleler boşa değil yani.
Bir şeyi aynı anda hem isteyip hem de istemeyen hatta o anlarda ne istediğini bile bilmeden kusacak hale gelene kadar ağlayan bir bebe var neticede karşımızda. (hoplayıp zıplayan, kendini yere zank diye atıp çığırtısından kapının zilini duyamadığımız anlardan bahsediyorum.)
"Gelişiminin bir evresi" diye objektif bir gözle bakmak zor.
Şimdilik ben daha iyiyim.
Babanın içi parçalanıyor ama onun iyiliği için üzerine gitmiyor. Seansın sonunda bolca sarılıyoruz ve sonrasında Elif en azından bir süre daha çiçek gibi oluyor.
Hatırlanacak bir başka şey de bu dönemin geçici olduğu. Bu da insanı motive ediyor. Ya da kolik dönemi bizi bu sürece alıştırmış, bilmiyorum.
Kreşte yepyeni bir süreç bizi bekliyor, en sevdiği yardımcı öğretmen kreşten ayrıldı, kendi öğretmeni de yeni bebek grubu alacak. Kısacası Elif arkadaşlarıyla bir üst gruba geçecek yeni öğretmenleriyle tanışacaklar. Mevcutlardan bizim gözdemiz olan öğretmenler olsun çok istiyoruz ama hayırlısı demekte fayda var. Yani bazen işleri olduğu gibi yoluna bırakmak gerek. Bakalım sonuç ne olacak?
Toprağı, çamuru, taşı çok seviyor. Parkı, sallanmayı, kaymayı, tırmanmayı, kuş kovalamayı çok seviyor.
Konuşması iyice arttı. "Anne kız takılalım, parka gidelim. Yürüyerek gidelim. Ne dersin?" dedi geçen hafta sonu.
Hala oldukça babacı. "Benim babam o" diye bir aşırı sahiplenme halinde. Sanki ben aksini iddia etmişim gibi ehehehe :P
Aydede aşkı ne olacak bu yavrunun bilemiyorum. Kreşten çıkıyor, aydede, uyuyacak aydede, gece uyanıyor, aydede! Varsa yoksa aydede!
Geçen gün "aydede ışıkları kapattı" dedi ve kafasını yastığa koydu, hayal dünyasına bayılıyorum :)
Uyku demişken de aklıma geldi, tam 2 ay bitti uyku eğitiminde. Elif'i yatağına koyup iyi geceler dileyip odadan çıktığımız bir eğitim olmadı bizimki. Niyetimiz de bu değildi zaten.
Süreç biraz "biraz özgü" oldu, kreş psikologunun tavsiyeleri ile başlamış olsak da hakkımı yemeyeyim bunda benim azmimin etkisi var.
Öğrenilmiş çaresizlik halimiz kırıldı diyebilirim.
Şartlandırmanın ne denli etkili olduğunu gördük.
Çocukların rutin bağımlılıklarının faydasını yaşadık.
Hepsi için de bin şükür.

Geçen hafta bezelye ve barbunya ayıkladık, çok sevdi. Ben hala çocuğuyla aktivite yapan anne değilim. Bu konuda kendimi zorlamayı bıraktım. Ben de parkta eğlenmeyi seven, birlikte kitap okumaktan hoşlanan bir anne modeliyim. "Meli/malı"larla yormuyorum artık kendimi. (daha az diyelim)

Bu ara en sevdiği kitap da ÇU. kütüphaneye yazmıştım hatta. Elif çok seviyor bu kitabı ama hiçbir kitap "Gübercin" ile arasına giremez. Bir de "Fil".
"Nasıl /nerden/neden/kim" sorularının devamlı sorulduğu bu günlerde "Fil neden uyuyor, nereden uyuyor, fil kiminle uyuyor" sorularıyla eğleniyoruz.
Dün gece uyumadan, "Biz nerdeyiz?" dedi. "Senin odandayız." dedim. "Nereden geldik?" dedi. (zaten uykum gelmişti) "Buradan geldik" dedim gayet sallama ses tonumla :) "Buradan gelmedik, kapıdan geldik" dedi.
Ballı lokma tatlısı halleri tam gaz devam ediyor yani.
Ağlama krizlerinin sabah tam evden çıkarken olmayanını daha çok seviyor olsak da Elif'i tüm halleri ile sevdiğimizi fark ettim(k). Belki saçma bir cümle gibi oldu ama gerçekten öyle.
Bir de bu "ayna" çalışması bana çok iyi geldi, annelik hallerimde bana dinginlik getirdi, tam da bu ara lazımmış zaten, iyi oldu :)
Devamını oku »

7 Haziran 2016 Salı

Bu Aralar / Güzel Şeyler

Canım blog, bu ara seni biraz ihmal ettim farkındayım. Mayıs ayı okumalarımı bile daha yazamadım, umarım bir ara yazarım. Neyse ki goodreads var da neyi ne ara okuduğumu görebiliyorum :)
Geçtiğimiz 3 haftada bir dolu şey yaşandı. İki defa şehir dışına çıktık mesela. Biri Uşak'a babaanne&dede ziyareti, diğeri de Adana'ya anane&teyze ziyareti. Elif ikisinden de çok memnun ayrıldı. Hala onları sayıklıyor. Yol boyu yediğimiz çiğ bademlerde kaldı aklı :)
Daha önce bahsettiğim "Ayna" çalışması gayet iyi gidiyor. Kendimle ilgili fark ettiğim şeyler beni geliştirmeye başladı. (henüz geliştirmedi ama 'başladı, bu da güzel...)
Geçtiğimiz hafta sol kolum uyuştu, bir dolu tetkik mr şu bu neticesinde hiçbir şeyimin olmadığı görüldü, bin şükür. Ondan da yeni şeyler öğrendim, o açıdan bakalım olaya...
Asıl güzel gelişme ise yepyeni bir web sitemin olması... Henüz "tam" olmadı ama ben heyecandan yayın hayatına hemen başladım :) Hayalini kurduğum şey, deniz kenarında gerçek bir kütüphaneydi ama bir yerden başlamak adına bu site de çok iyi oldu. Bundan sonra okuduğum çocuk kitaplarını oraya yazacağım. Bu sitede ise daha kişisel iç döküşlerim devam edecek :)
Sitenin logosunu canım Özlem yaptı, kendisine Türkiye'ye döndüğünde acayip sarılmayı ve onu bir müddet sıkmayı planlıyorum :P
Sizde ne var ne yok?
Özledim seni canım blogum,
İşlerimi yoluna koyup hemen geliyorum, bekle beni :)

* Sima ile söyleşimizi okumak ve imzalı kitap kazanmak isterseniz bu yazıya bekleriz!

Devamını oku »