Drop Down MenusCSS Drop Down MenuPure CSS Dropdown Menu




17 Kasım 2016 Perşembe

Dün / No Panik Yes Huni :)

Blogdaki bu seriyi çok sevdim.
Yazdıkça yazasım anlattıkça anlatasım var.
İyi ki yazıyorum çünkü bu ara ajandamı da boş geçtiğimi fark ettim.
Dönüp blogu okumak pek keyifli oluyor.
Her şey dünden bir gece önce yatmadan instagramda bir hesaba denk gelmemle başladı.
Gördüğüm anda tutuldum, içinde kitap da yoktu ama çok daha mavi bir şey vardı: DENİZ.
Muhtemelen Türkiyedeydi ama o kadar denize susamış biriyim ki bana Karayiplerdeki mavi sular gibi geldi. Denizin enerjisine resmen aşık oldum. Uyudum. Ertesi gün oldu (yani dün). Bende hala bir deniz etkisi var. (çalıştığım yerde de denizle ilgili bir şeylere /ülkelere bakmak beni ayrıca mest etti/hani neredeyse yaptığım işten keyif aldım diyecektim -8 sene sonra)
Öğlen yemekhanede patates yedim. Bu ara iki alternatif çıkıyor, biri balıktı ama balıklar o kadar üzgün görünüyordu ki bir de ben onlara kıyıp yiyemedim ki normalde balık severim. Köfteli patates vardı, köfteyi de evde kendim yapmışsam (nasıl hamaratım off!) yerim yoksa tadı ağır oluyor o yüzden sesli bir şekilde "keşke aşçıya deseydim köfte vereyim patates alayım" dedim. Tanımadığım biri "benimkileri verebilirim" dedi. Adamın tüm patateslerini aldım, köftelerimi de verdim. Makul bir anlaşmaydı bence. Kazan-kazan :)
Öğle arası Eva'cım ile kahvemizi içtik, kitabı ben  bitmesin diye yavaş mı okuyorum yoksa ilerleyemiyor muyum anlayamadım ama tatil öncesi kitabı bitirme planım şimdilik yatmış görünüyor. Sindirerek okumak böyle bir şey.
(Yazarken şu müziği açtım, dinlemek isteyen olursa)
Öğleden sonra aklıma yine dünkü hesap geldi, açıp açıp bakıyorum, sonunda dayanamadım, ben size mektup yazmak istiyorum dedim. "Ne saçma bir şey" derse yazdığım mektubu bir gün görüştüğümüzde denize emanet edecektim, neyse öyle bir tepki gelmedi.
O ara canım Züli ben ve denizle ilgili bir şeyleri bir şeyleri fark etmemi sağladı.
Sonuç şu: "Deniz beni çağırıyor." Bu heyecan ve mutlulukla aşağı indim ki (aklımda gerçekten 567 tane iş vardı) canım karabalık komik bir şey söyledi: "Ben mesaiye kalıyorum, sen git."
Ahahahahahah yürü be Allasen dedim, şakanın sırası değil, çamaşır yıkayıp çanta hazırlayacağım.
Sağolsun beyim sakin mizaçlı olduğundan hiç sükunetini bozmayıp "Ben kalıyorum" deyince benim olayı anlamam bir 15 dakika sürdü çünkü normal bir mesaiye kalma değildi bu, neyse dedim vardır bir hayır... Metroya bin, in, taksiye yürü ( o ara aklımda geç kalmayayım Elif'e diye geçiyor) derken bir de baktım Avm'den geçiyorum ve soğuktan çişim gelmiş. Ama tuvalete girmeyi gözüm yemedi, Elife geç kalmak istemiyorum. Gözüme yeni yıl süsleri ve kahveciler takıldı, sanki bir an Elifi almaya gitmiyormuşum da oturup kahve içecekmişim gibi hissettim :)
Koşarak bindim taksiye ve kreşe gittim.
Elifin babasını görmeyişindeki hayal kırıklığı ile nasıl baş edebilirim diye aklımdan ona söyleyeceğim cümleleri tekrarladım.
Bir arkadaşımız bizi alıp eve bırakacaktı, onu müdürün odasında bekledik Elifle.
Tahmin ettiğim gibi Elif beni görünce yüzünde bir tebessüm oluştu evet sonra da etrafa bakarak "Babam nerde anne?" dedi.
"Baba bugün biraz daha çalışacak, bizi değişik amca (arkadaşın adı böyle kaldı) alacak, sonra seninle evde yemek yiyip oynayacağız."
"Ama ben babamla uyicam!"
"Bakalım, baban o zamana gelmiş olursa uyursunuz."
Biraz bekledik, değişik amcası geldi, eve gideceğiz diye düşünürken "Çorba var, haydi önce bize gidelim." dedi.
Benim aklım yıkayacağım çamaşırlarda, "yok ya sağol" dedim ama Elif o "çorba" lafını duydu bir kere! Evde de onunla çorba yapmakla uğraşmak çok gözümde büyüdü, hadi dedim geliyoruz.
Arkadaşın eşi tecrübeli anne edasıyla elife 1 büyük kase mercik çorbasını içirdi, ben de öyle baktım, ben gerçekten "kaşıklı anne" değilim. Hani neden değilim demiyorum, herkesin tarzı farklı. Ben Elif ne kadar yiyecekse kendi karar versin istiyorum. O yüzden de (burada yüzünü kapatan bir ifade) 6 aylıktan beri neredeyse hiç kendim yedirmiyorum. Evde son zamanlarda pek bir şey yemiyordu, belki de yedirmemizi bekliyordu ama kendi yiyebilen bir çocuğa ben niye yedireyim ki diye düşündüğümden "ne yerse o" mantığını bırakmadım. Bu da fark ediyorum ki bilinçli bir tercih değil. Sadece bu da benim annelik tarzım diyelim :)
Neyse sonra ben içtim çorbamı ve o ara dırın dırın değişik amca'nın annesi geldi mutfağa. 45 yıllık öğretmen olduğunu biliyordum ama tanışmamıştık.
Annesi öğretmen olanlar beni anlar, odaya bir öğretmen girdi mi saygıda kusur edilmez.
Biz teyzeyle "öğretmen okulu" muhabbeti yaptık ki babası da köy enstitüsü mezunuymuş, anlattı ben dinledim. Bak dedim, şimdi eve gitsen bu muhabbeti kaçıracaktın.
Teyze de anneme çok benziyor mu, ay ben bir sarıl teyzeye.
Bu arada çişim beni mercimekli çorbanın yaptığı baskı ile biraz daha sıkıştırıyor, ben de Elifi bırakıp tuvalete gidemiyordum. Bu ara kendime bir Potetto almayı mı düşünsem acaba?
Neyse Elif sıkıldı ve bana yapışıp gözler buğulu : "Babam gelsin, eve gidelim anne" diye başlayınca sağolsunlar bizi eve bıraktılar.
İşte hatlar bende o ara koptu, kopmuş.
Saat 20.30.
Ertesi gün akşam (kısmetse bugün) yola çıkacağımız için çanta hazırlamam gerek, onun için de çamaşır yıkamam! Ve onu yapmam bunu yerleştirmem şunu çıkarmam vs.
Çocuklar anında bu endişe enerjisini daha havada titreşirken aldıklarından itirazlar ve mızıldanmalar başlayınca ben kendime gelip "haydi tuvalete koşuuuun" diye ortamı renklendirdim.
Elif bez kullanıyor ancak canı istediğinde tuvalette de oturuyor, seslerini duyuyoruz sindirim sisteminden geçenlerin.
Ve bir cengaverlik yapıp "duşa gir biraz" deyip suyu açtım.
Niyetim Elif suda oynarken onun hemen yanında bilgisayarı açıp hızlıca check-in yapmaktı ama Elif suya girer girmez "popom yanıyoooo" diye çığlıkla ağlamaya başlayınca ben, o anki sinirim, açılmayan bilgisayar vs birleşip "aaay" diye bir bağırmama sebep olmadı değil :)
İşin iyi yanı, Elifi poposu yanmasa oyundu şuydu buydu çıkaramazdım banyodan ki tek istediği su ile oynamak, saçının yıkanmasını asla sevmiyor. 3 dakika içerisinde onu yıkadım, odaya götürdüm ve kremledim. İşlem tamam. Aklım hala çamaşırlarda çünkü son günlerde "nasılsa yıkarım" diye oldukça bonkör davranmıştım kıyafet seçimlerinde. Sonra kendimi henüz kirli sepetiyle buluşmamış kirliler ile bakışırken ve onları koklarken buldum.
Aklıma Selcen'in geçenlerde kızı Çağla'nın okul kıyafetini yıkamayı unuttuğu için Pazartesi sabahı ıslak mendille eteğini silme anısı geldi. "Neden olmasın ki?" dedim, yaratıcı annelik böyle zamanlarda işe yaramayacaktı da çocuğa Montesori aktivitesi yaptırırken mi devreye girecekti? Biz biraz daha vakit geçirip uyku öncesi kitap okumaya geçerken kapının kilit sesini duydum. Gözlerimden kalpçikler çıktı o an. Karabalık ve Elif kavuştu, ben de o saatten sonra önceden hesapladığım 567 işin gerekliliğini sorgulayıp sadece çantamı toplamakta karar kıldım. Gerisi "to do list" olarak mutfak tezgahında karabalığa bırakıldı. Neyse notun sonuna "eğlenmeyi unutma, sinemaya da git" yazdım. Bilmiyorum ne yapacak :)
görsel alakasız ama seviyorum bu fotoyu :)
Ara ara kendime gelip durumu kotarmaya çalışsam da aslında plan değişimlerine anında uyum sağlayabilen biri olmadığımı gördüm. Bunun için biraz zaman gerekiyor. Bazen de taksi için para veya çişe gitmek için tuvalet!

Dünkü olay aslında bugün bakınca elbette "noktacık" geliyor, hatta son okuduğum kitaptaki anneyi düşününce (kitabı çok sevdim ama yazmaya neresinden başlasam bilemiyorum) çocuğunu yalnız başına büyüten anneleri hesaba katacak olursam bu yazdıklarımda "şımarıklık" bile var. Ama dün de öyleydi, benim de biraz yaşadıklarımı abartma günümmüş diyelim :)
Bu akşam inşallah Adana'ya doğru yola çıkıyoruz, 2 günlük ziyaretimiz için annem 2 hafta yetecek kadar yemek yapmış, eh birilerinin onları yemesi gerek!
Bir şey isteyen varsa Adana'dan yazsın, taşınabilir bir şeyse adres de yazın, gönderirim :)
Ben başlangıç ve ara sıcaklarda Ayça'yı alacağım yemelik, hava da 25 dereceymiş ki değmeyin keyfime.
Belki deniz de görürüm, dur ben bir Eda'yı kandırayım!
"Deniz beni çağırıyor!" diyeyim :)

Mutlu günler olsun 😊
Devamını oku »

13 Kasım 2016 Pazar

Bugün / Tiyatro

Merhaba canım blog,
Hazır tozunu almışken yerleştirme işlemine de yavaştan başlasam mı diyorum hatta demekle kalmıyor gecenin 23.17'sinde koşarak sana geliyor ve bugünü anlatmak için masama geçiyorum.
Soruyorsan ki bu rahatlık nereden geliyor? Ev işleri bitti, çocuk uyudu galiba?
Yok, ikisi de değil.
Ama neden değil, işte onu anlatmak için buradayım.
Her şey birkaç hafta önce benim (buraya sisli bulutlar çizelim) 'Ben neden tiyatroya gitmek için bir çaba sarf etmiyorum?' demem ve bunun üzerine bize en yakın olan Cüneyt Gökçer Sahnesi'nde neler varmış diye araştırmamla başladı. (kilometre olarak daha yakın sahneler vardır belki ama buranın yolu daha rahat, ki bu neden önemli, o da başka yazının konusu :)
Benim uygun olduğumu düşündüğüm 13 Kasım tarihi için 'Söylentiler' isimli bir tiyatro yazıyordu. Konu belirtilmemiş, sahne fotoğrafları yüklenmemişti. Yine de biletimi aldım. ne de olsa balkondan 6 liraya bilet alacaktım. Gidemezsem açığa alırım olmadı yansa da üzerine soğuk su içmem gerekmez diye düşündüm.
Akşam yolda giderken 'Ben birkaç hafta sonrasına tiyatro bileti aldım, ha!' dedim.
(bunun anlamı bana başka planla gelme :)
Canım karabalık çok sevimsiz bir soru sordu:
"Hangi oyun?"
"Heee, hatırlamıyorum ki adını."
"Konusu ne peki?"
"Yazmıyordu."
"Adını hatırlamadığın ve konusunu bilmediğin bir oyuna mı gideceksin?"
"Evet."
"Sebep?"
"Tiyatroya gidesim var çünkü."


Kısacası çok fazla bir beklentiyle gitmedim.
Ama bir dakika oyun hakkındaki fikirlerime geçmeden önce oyuna nasıl gidebildiğimi de yazayım.
Cumartesi akşam ve gece için biri planlı diğeri plansız iki misafirliğe gittik, eve geç döndük ve Elif geç uyudu. Sabah hepimizin kendine gelmesi ve benim ısrarla 'peynirli yumurtalı ekmek' tarifi denemek istemem sebebiyle azıcık daha da geciktik. Güzeldi bence tadı ama yine sadece ben yedim :(
Niyetim evden 1 civarı çıkmak, tiyatro saatine kadar bir yerde kahve içip kitap okumak olunca 'haydi ütü yetişmeyecek ama en azından yemek hazır olsun' dedim ve iki çeşit yemek hazırlamaya koyuldum.
Karnabaharı o kadar 'farklı' bir icatla pişirmeye çalıştım ki sonunda bu yöntemin işe yaramayacağını kabullenip taktik değiştirdim. Çamaşırı da koydum bulaşığı da çalıştırdım derken saat oldu 2.
Ütüyü yapamamış olmak içime dert oldu. Çünkü hafta içi çok zorlanıyorum ütüde. (kesin psikolojik) geçen haftadan kalan ütülerim de vardı. Sebep üşengeçlik asla değil ama. Çamaşır sepetiyle odaya girerken parmağım bir şeye çarptı ve biraz canım yandı. 'ne oldu ki?' diye parmağıma bakınca bir de ne göreyim, eklem yerimin oradaki deri ayağa kalkmış bana el sallıyor altındaki tabakadan da 'boş yer bulduk kaçııın' dercesine oluklu kan akıyor. (o ara aklıma ilk olarak temiz çamaşırlara kan bulaşmasın diye bir düşünce geldiyse bunun sebebi ben değilim blog, hepsi kültürümüzün kadınlara mirası) Lavaboya gidip 'canım bir bakar mısın? Elifsiz!' dedim ama ne mümkün, kuyruk da takılmış peşine. Ben bakmamaya çalışsam da hissediyorum ki içimden bir şeyler gidiyor, birkaç defa gidenlerin bay bay diye el sallamasını da görünce bana geldi mi baygınlık. O ara karabalıkçım hem Elifi idare ediyor hem de sakince bana pansuman yapıyor. İlk yardım eğitimi almış, sakin bir beyimin olduğuna o an ne kadar şükrettim biliyor musun?
İşte tam o sebeple ütüm kaldı, parmağımı hiç bükemiyordum. ütünün 3te 1ini karabalıkçım yapmış ama geri kalan 3te 2 ne yazık ki kendi kendine ütülenmeyi beceremedi, hay bin kunduz!
Bu hafta niyetim tiyatro öncesi ütüyü bitirmektiama yemek işlerinden yapamadım. Ve biz tam evden çıkarken elektrik kesildi.
Oh be!
Evde kalsam da yapamayacaktım diye sevindim ama muhtemelen 5 dakika sonra geldi!
 Sonra hep beraber evden çıktık, tiyatro sonrası markete gideceğimize göre Elif'in arabada uyuması daha mantıklıydı vs. Elife tiyatroya gideceğim demedim, gelmek ister diye. Hoş yine annemle gitcem ben diye tutturdu, ben de gel yavrum sana ben masal anlatayım dedim ve son günlerde uydurduğum en saçma masalı ballandırarak anlattım. Andersen beni duysa kulaklarını kapatabilirdi :) Neyse uyudu gibiydi ama elimi de tuttuğundan bırakmadı. Saat oldu 02.45. Ben yavaaaaştan bıraktım elini ve arabadan koşarak indim.Hani uyansa bile arkama bakmayacaktım. Girdiğimde fark ettim ki sabahki yumurtalı ekmek çoktan sindirim yolunu geçmiş, başka yerlerde öhöm detaya gerek yok şimdi. Kısaca midem gurrrluyor. Kendimi büfeye attım ve hemen bir sandviç birçay aldım. Çay konusunda kararsızdım.Neticede Serra geçen gün "sıcak bir şey içince hemen tuvalete gitmen gerekir" diye uyarmıştı. Gözümü karartıp içtim valla. Oh ne de iyi geldi.
İki saat boyunca başka hiçbir şey düşünmeden oyuna daldım ve gerçekten kahkahalarla güldüm! Ne iyi geldi bana bugünkü oyun anlatamam.

Soldan 4. oyuncu (adını bilmiyorum) gerçekten şahaneydi. Oyunda ritmin düştüğü yerlerde acayip güzel çıkışları vardı.
Oyun bitti ve benim hala çişim yoktu, yuppi.
Buluşma ve marketin ardından evde kalan 1000 tane işe yeni işler uydurdum ve gerçekten alakasız birkaç şey yaptım.
Sonra Doğa Arkadaşımın Kutusunu hazırladım. Hazırlarken çok keyif aldım ama bence bir daha katılmam bu oyuna. İkinci defadır katılıyorum, evet keyifli ama biraz zaman-mekan ekseninde düşününce insanı strese sokan bir tarafı da var :)
Saat 23 gibi ütüye başladım ve 3-5 parçadan sonra kireç sinyal verdi ve soğuması için ütüyü kapattım.
Şu an saat 23.53.
Elifin sesi henüz kesildi sanırım kişneyen atıyla beraber uyumaya karar verdi ya da sadece sesi çıkmıyor babasını uyuttu :)
Sabah 6.30'da uyandığıma göre yatmam gerek ama ütü mü yoksa iki satır okuyup uyuma mı dersen ikinciyi seçerdim/seçiyorum.
Okuduğum kitabı duyunca bana hak vereceksin: Eva Luna!
Lokum Çocuk Kütüphanesi için acayip heyecanlı bir yazı hazırlıyorum ve niyetim bugün onu da bitirmekti.
Aklımdan planlar geçerken sanırım bir günün 24 saat olduğunu veya Elif'in 'mandalina soyalım mı anne?' (yiyelim mi değil :) tekliflerini unutuyorum.
Bugünün sonucu da aradan 4-5 yıl geçmiş olsa da tiyatronun peşine düşmek güzeldi, an'da kalmak ve 2 saat boyunca oyunda yaşananlara gülmek de öyle.
Ütü bu hafta da kalsın ne yapalım :)
Ama yok,'Esoşçum bu kadar yorulma, ütüne yardım edelim' diyen olursa kapım hep açık.
Bu ara evde kek-kurabiye de oluyor, malum Elif'in heyecanlı aşçı yamaklığından dolayı.

Herkese mutlu geceler olsun.
Devamını oku »

10 Kasım 2016 Perşembe

Bugün /Grano :)

Canım blog, merhaba ve nasılsın?
Taslaklarda yayınlamamı bekleyen bir dolu yazıdan sonra şunu anladım, aslında gün bugün.
Ben sana bugünü anlatayım.
Çok bir şey olduğundan değil, işin aslı hiçbir şey de olmadı :)
Sadece blogdaki tozu almaya çalışıyorum.
Bu öğlen farklı bir şeyler yapmak istedim, yemekhanedeki yemeği sevip/sevmemek değil de içimden 'farklı' bir şeyler deneyimlemek geldi.
Nicedir gözüme kestirdiğim zeytinyağlı yemekler yapan restorana gittim, siparişimi verdim ve ekmekle doydum :) Tabaklar neden bu kadar küçükmüş anlayamadım, ben de -ki normalde yemeklerde hiç ekmem yemem- kendimi ekmeği zeytinyağına bandırırken buldum. Muhtemelen bir daha tercih etmeyeceğim bir yer. Çorbası o kadar tuzluydu ki birkaç gün hiçbir yemeğe tuz atmamayı düşünüyorum.
Oradan çıktım ve Grano'ya gittim.
Böyle yazınca havalı oldu :)
Daha önce 1 kere gitmiş ve sevmiştim.
"Bana şu her zaman içtiğim kahveden" diyecektim ama onun yerine "Hani ben daha önce gelmiştim, hafif içim bir kahve istemiştim, siz de Etiyopya'dan bir kahve önermiştiniz." dedim. Adam suratıma bomboş bakıyor, öğle arası 15 metrekarelik (rakamlarla aram iyi değil ya aslında bu sayıyı da attım, küçük kare bir yer düşünün, benim normal adımımla kapıdan kasaya yürümek 5-6 adımdır en fazla, işte o kadar büyüklükte bir yer) bir alanda ortalama 50 kişi ağırlıyorlar. Dışarısı da var ve kasa kuyruğu hiç bitmiyor.
Netice = adamın beni hatırlaması mümkün değil.
Tabii göz alıcı mavilikte bir göz rengim olsaydı o başkaydı ama yok.
Ortalama bir Türk kadının kahverengi gözlerine sahip olduğumdan beni hatırlaması pek olası değil.
"3 çeşit Etiyopya kahvem var" dedi.
Bugün beni zorlayacak, anladım.
"O zaman öyle dememiştiniz ama" dedim.
Güldü.
"Bunun kokusu güzeldir" dedi, uzattı, kokladım, evet güzeldi ama kahveden anlamayan birinin "kötü" olanı bilebilme ihtimali de yok ki.
"Evet iyiymiş ama anlamıyorum zaten, siz şu ismi güzel olandan yapın yanına da bir 'cookie'" dedim.
Der demez de güldüm.
'Cookie' demek nereden aklıma geldiyse...
"Türk kahvesi yapmıyor musunuz?" dedim, kasanın üzerindeki menüde yazmıyordu ve ben bir sonraki gelişimde Türk kahvelerini denemek istiyordum.
"Yapıyoruz ama sadece sevdiğimiz müşterilerimize" dedi.
Gayet gevşek bir ifadeyle "Beni de seviiin" dedim.
Der demez de utandım.
Daha yoldayken kafamda kurduğum oturma planına göre masama yerleştim.
Orası dolu olsa muhtemelen "Burası benim yerimdi, siz başka yere geçin" diye cırlardım.
Ama bunda da utanma ihtimalim var, o yüzden kedinin ciğere baktığı gibi o masayı ve oturanı keser, içimden "o zeytinyağcıya uğramayacaktım, vakit kaybettim" der dururdum.
Neyse ki buna gerek kalmadı.
Gayet rahatsız yüksek tabureme oturdum, sosyal medya hesabımı kontrol ettim ve kitabı çıkardım ki kasadaki çocuk bariz bir seslenmeyle "Kahveniz HAZIIR" dedi.
Ortama bir gülümseme bırakarak ve kocaman teşekkürümle kahvemi alıp yerime geçtim.
Bir önceki gelişimde klasik Grano fincanları vardı, bu kez ise afilli kupalardan.
"O zaman beni sevmişler, bir sonraki gelişimde Türk kahvesi bile yaparlar belki" dedim.
Düşündüm bak bunu, demek ne kadar içime geçmiş o söz.
Cookie'cik oldukça tereyağlı ve şekerliydi, kahvemin 3te 2sini (bunun yarısından fazlası olduğunu çok şükür karabalıktan öğrendim) kafama dikiverdim. Kalanı da orada oturma garantisi olsun diye içmedim. (çakallık böyle bir şey :P )
Açtım kitabımı ki...
Yanımda oturan kadın başladı konuşmaya telefonda:
"Merhaba, evet dün başladık, 7.30'da olmadı ama 7.45te ancak yatırdık,evet evet aynen konuştuğumuz gibi oldu, sütünü içti, tabii ağladı, babasını sordu, gece uyandı, öyle olunca ne yapacağız..." diye diye uyku eğitimi danışmanlığını benim yanımda başlatmış oldu.
Kulaklarım bir anda dikildi, "ee sonra ne yapılıyormuş, hoparlöre mi alsan acaba ablacım? biz de dinlesek, malum, uyku işi hala çözülmedi."
Sonra bir kendime geldim.
"Sen buraya niye gelmiştin?"
Bir düşün bakalım...
Sonra da olay, yeni nesil anneleri kısıtlayan şeylere geldi:
"Uyku eğitimi", "çiş iletişimi, kaka diyalogu /asla eğitim demiyoruz", "organik gıda", "ev yapımı limonata"...
Neyse çıktım o yokuştan, "hoh" deyip ilerledim, yolun gerisi rahat.(burası mecaz tabii)

Eva Luna'ya devam ettim, o ara bana kitabı gönderen Nurşen Ablamı sevgiyle andım.

13.23 gibi de dönüş yolumu hesaplayarak yerimden kalktım.
Ardımda kalan şöyle bir şeydi
Bugün böyleydi.
Yürüdüm, yürüdükçe daha çok çişim geldi.
"Çıkmadan tuvalete mi gitseydim?" dedim ama sonra aklıma geldi, kitaba gömülünce kahvenin kalan 3te 1ini içmeyi unuttum.
İş çıkışı gidip bir uğrasam mı acaba?
Belki unuturlar fincanımı orada,
hem ben kahvemi soğuk severim ki!


Devamını oku »

30 Eylül 2016 Cuma

Merhaba Blog!

Buraya yazdığım yazılar aksamaya başlasa da aslında ilk fırsatta sana koşup geldiğimi bil ve bunu unutma olur mu :) Aklımda bir dolu şey var yine. Hatta Eliften bahsedecektim ama, 'dur önce biraz kendimden bahsedeyim' dedim. (23 Ağustos 2016)
Bu girişin devamını pek getirememişim.
Hazır başım ağrıyorken ve migrende 3. günümü doldurmak üzereyken ama işte aklımda Elifteyken ve bu ara okuduğum hiçbir kitap bana keyif vermiyorken içimde ne varsa bloguma kusayım :)
Yaz bitti diye üzülmeyenlerdenim açıkçası. Yaz aylarını sahilde, denizde veya tatil yaparak geçirebiliyorsan evet yazı özlersin. Ama benim gibi klimasız bir ortamda çalışıyorsan ve rutinlerin devam ediyorsa yaz ayı sadece Ankarada trafik azaldı diye sevindiğin bir mevsim oluyor. Hele ki bu yaz yaşananları düşünecek olursak...
Kendimden başlayacak olursam, (kestik!)
30 Eylül 2016---
Neyse gün bugündür canım blog,
Nereden başlasak da kardır :)
Önce Eliften özet geçeyim, kreşini değiştirdik. Biraz ani bir kararla oldu ama çok şükür arkadaşlarımızın referansıyla gittiğimiz için şimdilik iyiyiz. Ben de daha esnek olmaya başlayacağım şu çizgi film vb. konularda. Evde hala televizyon yok (bunu "hala yok mu?" diye soran çok oluyor diye yazdım :) ve gerçekten aklıma bile gelmiyor. Elif de babasının cep telinden bulduğu okçuluk, denge vb oyunlarla ya da benim telden eski videoları izleyerek ekran ilişkisini sürdürüyor sanıyorduk. Meğerse yeni kreşte haftada 2 gün 7-8 dakikalık "eğitici video" adı altında izletilen şey 20 dakikalık Niloya'larmış! Ahahaha valla çok güldüm. Sen evde çocuğuna izletme gitsin kreşte izlesin. Bu konuda neden bu kadar tepkili olduğumu düşündüm. mesele Niloya değil çünkü. Mesele kreşte yapılabilecek onlarca şey varken çizgi film izletme ihtiyacı duydukları... Bunu öğretmenine sorduğumda pek bir cevap alamadım, kreşin sahibine ve psikologuna da soracağım. Bu durum çok önemli mi? Değil. Çok şükür alıştı ve mutlu gidiyor kreşine. Ama...
Ah şu okulsuz büyümek gibi şeyler arada aklıma takılmasa.
Hani okulsuz da büyütemem belki çok zorlanırım ama belki yarım gün yapabilseydik biz şu kreş işini. Belki bir gün o da olur.
Yazın başında gaza gelip "sen büyüdün, bezi çıkardık, bak işte bu tuvalet" gibi saçma sapan ve acemice bir hamle yaptık. Burdan bakınca gülüyorum :) 1 gün içinde de geri adım attık. Elif çişin sıcak sıcak bacağına gelmesinden hem korktu hem de rahatsız oldu. Ve konu benim için kapandı. Popetto isminde (adını yanlış mı yazdım ki) aldığımız şeyi de dolaba kaldırmıştım. Kendi çıkarıp kıyafetleriyle oturmaya başladı. pek oralı olmadık. Okuduğumuz "çişe bay bay kakalara hay hay" kitaplarıyla da çok gaza geldiğini söyleyemem. benimle birlikte tuvalete girdiğinden ona örnek model olduğumu bilmiyordum hiç. meğer yıllardır (2.5 yıl denebilir, slingde de birlikte giriyorduk tuvalete) beni izler dururmuş sıpa! geçen hafta uyanınca "ben büyüdüm çişimi tuvalete yapacağım" dedi. Daha önce de benzer lafları olduğundan pek önemsemedim. Babası götürdü ve gerçekten de yaptı.
"Anne sesini dinle bak!"...
"Evet kızım dünyanın en güzel sesi" :PP
Ben bezini çıkarmadım ve bunu bir şeylerin başlangıcı olarak almadım. Sadece çişini tuvalete yaparsa bacağına bir şeyin gelmediğini görsün istedim. O gün 3-4 kere yaptı. Hiç sormadım. Nasılsa bezli ya rahatım :) Ertesi günlerde kreşte kakasını söylemiş ama tuvalete gidince bezime yapacağım demiş. Kitaplarda okuyup etrafta duyduğum "çişini kakasını söylüyorsa hazırdır" laflarının gazına gelmemeyi yaz başı öğrendim.
"Anne şu an çiş yapıyorum" dediğinde "tuvalete yapmak istersen gidelim yoksa bezine yap" dedim.
Çünkü ilk kural neydi?
Hani altın renkli yazılan: ÖNCE ANNE HAZIR OLMALI!
Anneyi düşünen tüm yaklaşımları seviyorum :) Ve rahat olmamızı salık verenleri de.
Gördüm ki süreç kendini nasıl götürürse ben kendimi ona bırakacağım.
Şu aşamada bu durumla ilgili aldığım kararlar:
- Gözlem yap
- Tepkisiz veya umursamaz olma ama baskı da kurma. Denge önemli.
- "Yaşı geldi"cilere "hı hı" de ve geç. (hatta gözünün kenarıyla bir bakış at ve geç, o da yeter.
Aklımda çiş kaka işlerini bu kadar detaylı yazmak yoktu ama geriye dönüp bakıp okumak da güzel oluyor.
Aa bak bir de unutuyordum. Sticker dediğimiz şeyi çok hafife almışım ben!
Onu  ilk olarak uyku eğitimi sürecinde "ağlamadan yatağına girdiğinde yanındaki duvara sticker yapıştırabilirsin." dediğimde gördüm. Aniden sustu, ytağına girdi ve "ştikır ver anne" deyişinde anlamıştım. Tuvalet işinde de sifonu çekmek ve tuvaletin yanına ştikır yapıştırmak çok gaza getiriyor.
Şu an tüm dış seslere, iç seslere ve kitaplara gözümü kulağımı kapattım. Sadece süreci gözlemliyorum.
---
Elifin 2.5 yaşındaki haliyle en büyük ilgisi dans ve müziğe diyebilirim. Şarkı çalsın ve o dans etsin, zıplasın, oynasın... En uzun süre vakit geçirdiği oyuncağı LEGOlar. Üretenden Allah razı olsun. Hala yanında biz olmadan oynamıyor ama olsun zaten özlüyoruz keratayı :)
Benden çok çok daha süslü. Hatta bana "anne mavi oje sürsene" diyor :)
MAVİ hala en sevdiği renk.
Bebekliğinden bu yana babasına olan derin aşkında da değişen bir şey yok. Kreş çıkışı sadece beni gördüyse suratta derin bir hayal kırıklığı ifadesi (bu ara biraz daha gülümsemeli, akşam beraber mısır patlatıyoruz ondan mı ki?) ile "Benim babam neeerde anne?" diye soruyor. O kadar tatlı ki, "benim" demese bilemeyebiliriz yani kimi sorduğunu :))
Bisiklet veya scooter tarzı bir şey almak istiyoruz ona ama hala karar veremedik nasıl bir şey alacağımıza. Her gittiğimiz yerde bindiriyoruz sever mi diye ama aklımıza tam yatan bir şey olmadı. (Önerisi olan var mı?)
Sevdiği yiyecekler: kuru kayısı, ceviz, ayran, makarna ve çorba.
Paketli yiyecekler konusunda ben rahatım  ama Elif 2. defadır alerji tipi reaksiyon verdi biraz fazla çikolata yiyince. bacaklar kızamık çıkarıyor gibi oldu. Aslında belki bir test yaptırsak ve neye alerjisi varsa bilsek daha iyi. belki çikolata değil bambaşka bir şey çıkacak. (neyse laf aramızda çocuğun eline çikolata vermeye kalkan yetişkinlerden çocuğu korumak için güzel bir bahaneymiş, onu anladım)
-------
Gelelim bana...
Ben de Eliften ne zaman sıra gelecek diye kapıdan bakınıyordum
Oh be :)
Bundan sonrası için yanına içecek bir şeyler almayı unutma sevgili okuyucu, zira yazacağım epey şey birikti, benden kolay kurtulamazsın :)
Önce nereden başlasam diye kendimden bahsettiğim şu yazıya baktım da... Sanki aradan 2 ay geçmemiş çok daha uzun bir süre geçmiş gibiyim. Düşüncelerim ve hislerim epey değişti.
Bana çok şükür bir rahatlama geldi. (Allahım lütfen devam etsin, amin :)
Bunun sebebi de AYNA çalışması adını verdiğim bir çalışma oldu.
Nedir, ne yapılıyor bu çalışmada uzun uzun anlatamam ama kısaca kendim için doğru bir zamanda katıldığım bir program olmuş. Bana olan etkilerinden bahsedeyim, örnekler üzerinden gidersek daha iyi anlatabilirim kendimi. (hala bir kahve içmek istemediğine emin misin şöyle sade ve bol köpüklü?)
Bir gün o da kahvesini köpüklü yapmayı başarabilecekti :P
Bir de o kadar lokumu cidden yemedim! :)
 Lafı ne kadar dolandırarak anlatıyorum değil mi? Konudan kendim bile kopuyorum bazen :)
"Unuttum, konu neydi?" (Nemo)
-Kitap Okumayla ilgili şunu anladım ki çok kitap okumak istememin sebebi içinde bir KAÇIŞ barındırıyor. Çok beylik bir cümle değil ama benim için içi dopdolu... Bir de "merak ediyorum /okumalıyım" döngüsünden yavaş da olsa çıkmaya başladım. Önüme çıkan kitapları yalayıp yutmuyorum. Önce bir tadına bakıyorum, seversem bir lokma daha alıyorum. Oburluğa gerek yok. Öncesinde karnım doysa bile yemeye devam ediyordum. Beni mutlu eden o sanıyordum. Evet kitap okumayı seviyorum ama oburluğu sevmiyorum. Bir şeyleri sindirerek ve tadına vararak okumaya başladım.
- Postcrossing, kart, mektup arkadaşlıklarım devam ediyor.Onları severek yapıyorum. Sevmeden yaptığımı fark edersem de yapmıyorum. Bunun için hissettiğim suçluluğu epey azalttım.
- Bahsettiğim AYNA sürecinde içsel bir yolculuk da diyebiliriz. 31 yaşındaki Esoş'un "Büyümeden Önce Yapması Gerekenler"i fark etmesi de :) Neyse ismi çok önemli değil. Bu projede 1. yıl için hedefim: sakinleşmek / rahatlamak/ nefes almaya ve vermeye başlamak / gezmek /eğlenmek / kendini tanımak. Yazarken çok basit ama uygulamada o kadar da kolay geçmiyor. Bunları deneyimlemek de hoşuma gidiyor aslında. Gezmek demişken indirimli uçak biletlerini ve kampanyaları haber vermek de size düşüyor. Gördüğünüz gezi planlarını paylaşın anacım :)
- Annelik sürecinde de çok şükür bir rahatlama oldu.
2 yaş! Kriiizzz! Giyinmiyor, arabada durmuyor, yemiyor, uyumuyor! sürecinden yakınmayı yavaş yavaş bıraktığımız, bunlarla karşılaştığımızda gülümsemeye başladığımız bir dönem yaklaşıyor hissediyorum.
Geçen hafta karabalığa "Bebekler için uyku ilacı var mıdır ki? Bir kere denesek!" diyen ben değilmişim gibi rahat yazdım tabii bu satırları...
Ama şimdi olmasa da BİR GÜN olacak o rahatlama, inanıyorum.
- Olmamış şeyler için "vah tüh"lerim de azaldı. Hele ki benim için geride kalmış insanların ne düşündüğü de çok şükür ki geride kaldı. Üniversite yıllarımda "hoşçakal" dediğim insanlar vardı ve onlardan haber almaktan bile hoşlanmazdım. Şimdi bu konuda hissizleştiğimi gördüm. hayat, herkesi takmak için yeterince uzun değil. Ben de 1256 yaşıma kadar yaşayacağımı bilsem belki durum değişirdi :)
Şimdi biraz daha an'da kalmaya ve o an ne yapıyorsam ona odaklanmaya başladım. Mesela dişlerimi çok hırpalayarak fırçalıyormuşum :)
- Her şeyin de bir zamanı var. "Bir kitap okudum ve içim mutlulukla doldu." gibi bir şey değil, 5 aylık bir çalışmanın ürünü bu yazdıklarım. 5 ay sonra belki uçarım :PP
- Şaka yapıyorum tabii ki, hepsinin özünde kendimi çok da tanımadığımı ve mevcut halime iyi davranmadığımı fark ettim.
31 yaşımda ilk defa geçen gün aynaya bakınca "Ben bugün güzel hissediyorum" dedim mesela ki saçlarım cidden yağlı ve başına buyruktu. Gözüme neyim hoş geldi onu bilmiyorum ama "güzel" kavramının içini /anlamını değiştirdim sanırım.
- Günün Mutluluk Sebepleri ile mutlu olmaya odaklanıyordum ki "Mutsuz Olmak" kitabıyla biraz sendeledim. Mutsuzluklarımdan da ders çıkardığımı anladım. Onları kışkışlamak yerine "acaba bana ne anlatıyorlar" dedim. Günümüzün "mutluluk pompası" işlerden uzakta kalmaya devam etme kararı aldım.
- Karar aldım yazıyorum ama sanki sözleşme imzalamış gibi düşünmeyin beni ya da bunları alt alta defterime not etmişim gibi. Sadece buraya/şimdi yazıyorum.
- Evde olmayı çok sevdiğimi düşünürdüm
Gezmediğim içinmiş meğerse... :) Ne ironik değil mi? Şu an çok yakınımdakilerin de haberi yok ama (ay dur haberleri yokken buradan okuyup şok olmasınlar) neyse türlü türlü hayallerim var.
- Bir de planım yok! Yani kaba hatlı planlarım var ama ince hatlı üzerinden iki kere geçilmiş detaylı planlarım yok. Onlara ihtiyaç duymadığımı anladım.
- Çamaşır makinemiz 5kilo aldığı için haftada 3 gün mutlaka çamaşır yıkardım. Şu an bunu yapmıyorum. Tek amacım o kirli sepetini -zaten az sonra yine dolacak- boşaltmak değil.

Çok uzatmış olmayayım... Özetle kendimi sakladığım o güvenli yerden kafamı uzatmaya ve hayata bir de oradan bakmaya niyetlendim.
Haydi bakalım :)

Bu kitabı canım Yağmurdan ödünç aldım. Baskısı yok ve kitabı bulamıyorum.
Denk gelirseniz benimle iletişim kurar mısınız?
Çok sevinirim :)


* Bu yazıyı okuyanlar etkinlik, gezi, sinema, tiyatro vb haberleri bana iletmekle yükümlüdür. Ehehehe şaka şaka, denk gelirseniz bana da bir göz kırpın yeter, ben anlarım :)

Devamını oku »

12 Ağustos 2016 Cuma

Acı Çikolata'dan Kısa Bir Alıntı

Son zamanlarda kendim için en çok kitap okuyorum.Hatta sadece kitap okuyorum bir de tabii kişisel ihtiyaçlar var, tuvalet gibi. Yoksa onun haricinde haftalar önce "saç diplerimdeki beyazları farklı bir renge boyatmanın zamanı gelmiş" cümlesini gerçekleştirebilmiş olurdum!
BFG'ye gidebilmiş olurdum veya.
Ama olmadı.
Buna şükür.
Bu sabah bitirdiğim Acı Çikolata kitabından bir alıntı yazayım buraya, kitap yanımda yokken de açar bakarım. Okumak isteyen de olur belki :)
Birkaç gün öncesinde "Lupita Ütü Yapmayı Seviyor" kitabını okumuş ve Lupita karakterini sevmiştim ancak hikaye biraz boş gelmişti. İyi ki öncesinde onu okumuşum yoksa Acı Çikolata'nın üzerine bana daha da acı gelebilirdi.
Neden böyle güzel kitaplardan benim geç haberim oluyor, bilmiyorum.
Yetişkin edebiyatını yeni yeni sıklıkla okumaya başladığımdan olabilir mi mesela?
Lafı çok uzattım, sevdiğim paragrafı yazıp kaçayım.
Kitabı, Tita'yı, yemek tariflerini, konuyu ve o büyüleyici atmosferi çok sevdim.

Belki bu paragraftan sonra siz de okumak istersiniz kitabı:

"Gördüğünüz gibi, hepimizin vücudunda fosfor elde edecek elementler mevcuttur. Hiç kimseye söylemediğim bir şeyi size söylememe izin verin. Büyükannemin ilginç bir teorisi vardı: Hepimiz, içimizde bir kutu kibritle doğarız. Ama tek başımıza bunu yakamayız. Deneyde görüldüğü gibi oksijene ve mum alevine ihtiyacımız vardır. Örneğin, oksijen, sevdiğimiz insanın nefesinden gelebilir. Mum aleviyse güzel bir yemek, müzik, okşamalar ya da güzel sözlerdir. Bunlardan biri parlamaya neden olur ve içimizdeki kibritlerden birini yakar. Bir an yoğun bir heyecan hissederiz. İçimize çok hoş bir sıcaklık yayılır. Bu sıcaklık zamanla yavaş yavaş yok olur. Yani başka türlü söylersek, bu yanma ruhumuza enerji verir. Bir kişi eğer kendi tutucularını zaman içinde keşfedemezse, içindeki kibritler nemlenir, hiçbir şekilde yanmaz olur.
O zaman ruhumuz bedenimizi terk eder. Karanlıkların içinde el yordamıyla boş yere kendisine besin arar. Ona besin sağlayacak tek kaynağın terk ettiği, soğuktan titreyen o vücutta olduğunu bilmez.
Bunun için nefesi soğuk olan insanlardan uzak durmak gerekir. Böyle kişilerin varlığı bile daha büyük ateşleri söndürmeye yeter ve bunun nasıl sonuçlar verdiğini biliyoruz. Onlardan ne kadar uzakta olursak kendimizi onların nefesinden o kadar iyi koruyabiliriz."

Bu teori benim çok hoşuma gitti.
Latin Edebiyatını sanırım sevmeye başladım, ne dersin Nurşen Abla :)

* Filmini henüz izlemedim, merak/heyecan! :)
Devamını oku »

4 Ağustos 2016 Perşembe

Nereden Başlasam Bilemedim :)

Canım blog, farkındayım seni ihmal ediyorum.
Canım çok uzun yazmak istiyor, o yüzden de "yeni yayın" demeye çekiniyorum.
Blogları takip ediyor ve sevdiğim bloggerlar yeni yazı girmişse çok keyifleniyorum.
En son ne yazmışım diye baktım, 3 hafta olmuş.
Normalde insan hayatı için 3 hafta çok da mühim bir aralık değil ama ülkemizin son halini düşününce geçtiğimiz o 3 hafta çok şey anlatıyor. Bu konudan bahsetmek istemiyorum. Tekrarlanmamasını diliyorum sadece.
Önce kendimden bahsedeyim, başka şeyler sonraya kalsın.
Hayatımın en çok kitap okuduğum dönemindeyim ve bunun tersi bir şekilde "hiç kitap okumuyorum" hissini yaşıyorum. Çünkü normal bir zamanda okumuyorum. Baktım ki öyle bir şey lüks kalıyor ve gece yatmadan önce okunan 5-10 dakikalar da haliyle yetmiyor. Ben de kafamı çalıştırıp okuma düzeneği kurdum kendime. Goodreads'e bakınca çok kitap okuyor görünmem o yüzden :) Okuduğum kitapların her birini bir yere dağıttım. O odaya girdikçe, orada vakit geçirdiğim ölçüde elime alıyorum o kitabı. Yazınca bana da saçma geldi ama uygulaması fena gitmiyor. Mesela Elif'i uyuturken tamamen hile yapıyorum. Son haftalarda sadece "Uykucu Aslan"ı okumamı istiyor. Ben de onu okurken arasına kendi kitabımı koyuyorum. Kendi kitabımı görürse kızıyor artık, bir ara kızmıyordu. Karanlıkta okumaktan gözlerim şikayetçi ama ben değilim. Arabada da normalde kitap okuyamam midem bulanır, ama ben iyiyim. Alışverişte kasa için sıra beklerken de okuyorum. Fark ettim ki bu "okuma" hali benim için ciddi bir ihtiyaç. Gündemden uzaklaşmak, hayaller kurabilmek, var olanları elinde tutabilmek ve biraz da güvenli bir limanda sığınmak için. Tüm bunları fark edip okuduğum için kendimi daha iyi hissediyorum ancak bir oburluk durumu da yaşamıyor değilim. Yeni bir kitap almasam bana aylarca yetecek kadar kitabım varken dayanamayıp yine bir dolu kitap alıyorum. Bunu kitapseverlerin birçoğu yapıyor sanırım. Kitaba doyulmaz ne de olsa :)
Aa bak az daha unutacaktım, geçen gün ne oldu, kapı çaldı, bizim yan bloktan Berfin isminde bir kız geldi. (hepsini parktan tanıyoruz) "Esra Teyze, (bu başlangıç iyi olmadı be yavrum ama hadi neyse) sende kitap var mı?" Ben şok! Leyn yoksa yıllardır hayalini kurduğum kütüphanemin ilk üyesi mi olacak bu bebe? "Evet var" dedim. "Ben Saftirik'i çok sevdim. Elimde de başka kitap kalmadı. Bana kitap verir misin?" dedi. "İşte aradığım çocuk sensin!Gel buraya sarılayım sana" diyecektim ama demedim, çok cool bir edayla "Kaç yaşındaydın" dedim. "8" dedi. İçeriden bir tomar kitap ile çıkıyordum ki karabalık "yapma" dedi. "az ver, okudukça getirsin, daha kıymetli olur." Hee ben bunu nasıl düşünemedim ki? Şöyle anlarda bile mantığını kullanabilen insanlara hayranım. Ondan mı evlendik acaba :P Neyse konuyu dağıtmayayım, Berfin'e 1 Saftirik, 1 Sakar Cadı 1 de Çıtır Çıtır Felsefeden bir kitap verdim. "Okuyunca getir, yenisini veririm" dedim. 2 gün geçti, heyecanla bekliyorum. Devamı gelmese bile Berfin'i Kütüphanemin ilk resmi üyesi olarak hafızama kaydettim.
Onun haricinde satır başlarından devam edeyim,
- Hala BFG'ye gitmedim. Biraz içime oturdu ama hayırlısı demekle yetindim. Sanırım artık vizyondan da kalkar.
- Sağlıklı beslenmeye niyetlenmiştim bir ara ama mevcut halimle bile kendimi zar zor toparlayabildiğim için (bahaneler, bahaneler) üşendim kendime özel sebzemsi şeyler hazırlamaya. Limonlu suyumu içiyorum yoğurdumu hala evde mayalamıyorum.
- Ekim ayı için sıkışık bir programım var. İstanbul, Bursa, Adana ve olsaydı Belçika... Diğer şehirlere de nasıl gideceğimi bilmiyorum zaten (hayal bu ya) ama Belçika'yı çok istemiştim. Yasemen ile konuştuğumuzda biletimi dahi alacaktım ama olmadı. Bu sene de gol değilmiş, ona da iç çekip kısmet diyelim.

- Misafir konusunda düşüncemi yavaş yavaş değiştirmeye başladım. Bilen bilir misafiri pek sevmem, çok kasılırım, panik olurum hatta içinden Alien bile çıkar.  Ama son iki gündür misafirimiz vardı. Ay ben bir eğlen bir coş. Bir şeyler hazırlamak veya misafirden sonra etrafı toplamak, ertesi gün işe yetişme hali bana bir dokunma! Yani dokunmasın mı! Belki kırılma noktasına gelmişimdir. Veya yaptığımız "Ayna" çalışması bana iyi gelmiştir. O da olabilir. Böyle yazınca da kimse bize misafirliğe gelmek istemeyecek yalnız :) O kadar da kötü bir ev sahibi değilim ama aileden gelen bir "mikemmeli yakalama" halinden sıyrılıyorum diyelim. Epeydir kek yapmıyordum, geçen gün yaptığım keki de kalıptan çıkaramadım. Misafirin kendisi çıkardı kekini. Heh bana böyle şeylerle gelin. kekini kalıptan kendisi çıkaran, güler yüzlü misafir istiyorum demek ki ben. Misafir de Selcen'di bu arada :P Onun 3 çocuklu haline ve ondaki rahatlığa bakınca (ki hiçbiri de maşallah koltuk bebesi değil) bana da bir rahatlık geliyor.
- Evde yenilenme zamanı! Bunu başlatalı birkaç hafta oldu ama hala tam başarabilmiş değiliz. Oda oda gidiyoruz ve sadece hafta sonları vakit ayırabiliyoruz, o yüzden de bazı odalar az sonra taşınacakmışız havasından kurtulamadı. Asıl amaç şu, daha sade bir hayat :) O kitabı da okuyalı çok oldu halbuki ama bende etkisi sürüyor demek... At, ver, kurtul, rahatla taktiğindeyim şu ara.
- Perde işinden siz de anlamayanlardan mısınız? Salonumuzdaki perdeler nasıl desem, "benim yerim burası hiç olmadı ama sen koydun beni buraya" der gibi bakıyor. perdeciye gitmeye de üşenen gittiğinde adamın ne dediğini anlamayan biri olduğum için güvendiğim bir arkadaşımla inşallah bir ara perdeci fethetmeye gideceğiz. Hani yeter ki arkadaşım çevirmen işlevi görsün, o bile yeter bak :P
- Kütüphane ile ilgili şeyler fena gitmiyor ancak okuma hızıma yetişemediğimden güzel kitapları yazmaya fırsatım kalmayabiliyor. Keşke hep okusam ve yazsam. Hani o kadar. Bir de Latin müzikleri olsun yanında da filtre kahve/Türk kahvesi.
- Az önce şöyle bir mail aldım, hey gidi günler demek istiyorum. Postcrossingde 1 senem bitmiş... İyi ki başlamışım sahiden de. Hala katılmayan varsa bence bir deneyin. Posta kutusunun kartlarla dolduğu an'lar sevinçten gözlerim yaşarıyor benim :)

- "Ayna" çalışmasında da 4. ayın içerisindeyiz. Kendimi daha iyi hissediyorum. Belki bir şeyler sonuçlandıkça yine yazarım, şu an sadece bir yolda yürüyorum :)

Elifle ilgili konular bir sonraki yazıya kalsın. Bu ara arkadaşlarını yine sıklıkla ısırıyor ve velilerin birleşip bizi dövmeleri an meselesi :( Neyse o başka yazının konusu.

Yorumlara cevap konusunda iyi biri olmamama rağmen yazdığım yazılara ısrarla yorum yazan canım arkadaşlarım, iyi ki varsınız :)
Devamını oku »